15 Ocak 2017 Pazar

Karmaşıklık Anatomisi


İlgili resim

Kelimeleri dudaklarından çıkaramadığın,
tüm güzel cümlelere kustuğun geceleri topla şimdi.

Benim sol göğsümü delip, kolumu inceden uyuşturan sızı
boğazımı bile düğümlemiş iken, memnun muydun halinden?

Birisi çıkıp dese ki sana "İnsan insana bunu yapar mı lan?" diye
sorsa mesela, için acımayacak mı?

Ben; kuytularda, köşelerde, sert rüzgarların ortasında, kuru toprakların
üzerinde korumuşum ya insanlığımı... insan bununla nasıl yüzleşir sence?

En ütopik sahnelerden yarattığın distopyada boğulmaya başlarsan eğer,
hemen bir ıslık çalmaya başla. Hatırlatır mutlaka sana eksik kelimelerini.

İzdiham yarattı tüm karmaşıklığın anatomisi.
Ben içinde seninle boğulmuşum.

İzdihamı seyrettiğin tüm karmaşalar da kendini öyle bir kaybettin ki.
Bul hadi. Neredesin şimdi, ara kendini.

Üzerini örten elleri,
Sesine sarılan düşleri arkanda bırak.

Sonra aradan yıllar geçecek. Zaman akacak sen içinde savrulurken.
Gerçekler suratına üfleyecek her bir gerçeği.

Başını yastığa nerede koyarsan, orası dar gelecek.
Sıkıştığın düşüncelerinden çıkmak için sabahı beklemek...

Çok ağrına gidecek.



20 Aralık 2016 Salı

Sanal depresyon: Sosyal medyada gösterilen mükemmellik!



tumblr sad serena ile ilgili görsel sonucu


Uzun zaman sonra biraz ciddi bir konuyla giriş yapmak istiyorum. Muhtemelen hepinizin de fark ettiği 'dijital çağın sağladığı olduğundan farklı biri olma' durumu... Çok sevdiğim bir arkadaşımla bir kaç gün önce telefonda konuşurken, nasıl olduysa konu birden sosyal medya ve bir çok hesabın bir birine benzerliğinden açıldı. Kendisi de bir sosyal medya uzmanı ve web tasarımcısı. Yani aslında o da bu platformların içinde olup, bunu rahatça fark eden biri. Birazcık gözlemlerseniz, sizinde üyesi olduğunuz bu platformdaki aynılaşmayı fark edersiniz. Hatta bence gözlemlemeden de ortada olan bir sanal dünya durumudur bu.

Bir süredir ana sayfamda denk geldiğim bir çok hesap hemen hemen bir birinin aynısı. Sanki kişiler değişiyor ama konsept aynı. Herkes zengin. Orta geliri olan biri neredeyse çok az. Fakat ailenden aldığın parayla başkalarına hava atmak bana hiç hoş gelen bir şey değil. Hatta biraz iç burkucu bir şey bana kalırsa. "Kendin neden kazanamıyorsun madem arkadaşım?" demezler mi insana? Bahsettiğim bu kesim, cinsiyet ayırt etmeden söylüyorum ki mutlaka hafta sonları lüks gece kulüplerinde. Ya loca kiralamış bir grup arkadaş, ve ya mutlaka şişe açılmış bistrolarda olmalılar. O geceden paylaşılan en az üç, dört çakır keyif video ya da fotoraf. Sırf başkalarına "çok eğleniyorum" mesajını vermek için bunu içinden gelerek yapmayan insanlar da tanıyorum. Yani bir şeyleri kanıtlama ve gösterme çabasındalar... Gideceği mekanı, alacağı kıyafeti İnstagrama fotoraf atmalık derecesinde seçenler ve sırf popüler diye bazı hesapları takip eden insanlar var....  Bu vaziyet nasıl başladı hiç bir fikrim yok. Fakat her gün, nerede, kiminle, ne yaptığını gösteren insanların, bana öyle geliyor ki, sanal dünyada kapatmaya çalıştıkları bir öz güven eksikliği, mutsuzluk ve yalnızlaşma durumu var. İnsanın parasını, yaşam standartlarını başkalarına kanıtlama ihtiyacı hisseder gibi gözler önüne serme durumuyla başlayan bu 'hayaller ve gerçekler' durumu tam da dediğimiz noktada anlamını kazanıyor işte. Kusursuz olma çabası... Hiç birimiz sabah yataktan kalktığımızda porselen gibi bir cilde, yapılı saçlara sahip değiliz.. Ya da her gece bu soğukta ipek saten geceliklerle yatağa giren varsa onu alkışlamak isterim ama ben böyle olduğunu düşünmüyorum.


girl, sexy
Ama anladığım o ki, kusursuz ve mükemmel görünme isteği özellikle instagramla birlikte oldukça yaygınlaşmış durumda. Dolayısıyla bir 'aynılaşma' durumu var. Sanki aynı fabrikadan çıkmış gibi bir birine benzeyen yüzler, sırf moda diye kendine yakışmayanı giyen tipler... Gördüğüm hesaplardaki insanların çoğundan fazlası estetikli. Sadece kadınlar değil, erkeklerde öyle. Estetiğe karşı bir insan değilim. Gerektiğinde, gerektiği kadar yaptırıldığı sürece güzel durabilen bir şey. Dış güzellik hiç önemli değil zırvalarına da başlamayacağım. O bir artı ama her şey değil! Plastik cerrahı bir arkadaşım baş vuran insanların yaş aralığının oldukça düştüğünden bahsetti. "Geçen kliniğe bir kız geldi. Yirmi iki yaşındaymış. Gayette güzel bir kız, bana telefondan bir resim gösterdi. İnstagram mankeniymiş. Beni bu kıza benzetir misiniz dedi Beste, şok oldum." Benzemek istediği kızın göğüsler seksen beş doksan silikon, bel neredeyse yok, dudaklar silikon, elmacık kemikleri dolgulu, burnunu kırdırakırdıra yok olacak neredeyse ve kız ona benzemek istiyormuş." dedi. Ağzım açık dinledim ama şaşırmadım da açıkçası. Kendinden memnun olmayan ya da mükemmel olmaya çalışan insanların sayısı o kadar çoğaldı ki, kendilerini baştan aşağı yenileyerek edindikleri öz güven ve ego çatışması arasında sıkışıyorlar.
Bu durum sanal dünyanın yarattığı talep kriterlerinin değişmesiyle başladı sanıyorum ki.
İnstagramda mükemmel yaşıyorum pozları veren insanlar nedense içten içe yalnızlık çekiyorlarmış gibi hissediyorum. Çünkü o anda, gerçekten mutlu olan bir kişi, on tane fotoraf atmakla pek uğraşmaz, pek sanıyorum.

6 Mart 2016 Pazar

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var...



Bu aralar yine (her zaman ki gibi) derin düşüncelere daldım. Düşündüklerim neydi biliyor musunuz? Düşünmekten kaçtıklarım... Genel olarak olan bir şey bu aslında. Daha tazeyken bir şey fark etmem, fark edemeden de unutur giderim. Ama öyle bir vakit gelir ki... o boş verdiğim gelir saplanır boğazıma. Şunu anladım ki; anneler her zaman haklıymış... Belki o an öyle gelmiyor ama biraz daha büyüyünce anlıyorsunuz. Beni herkes tanıyamaz. Herkese açmam kendimi... Benim tanımak istediklerim tanıyabilir anca. Bir yerlerde yine kimsenin olmadığı bir dünyam var, ve o dünyam bambaşkadır. Olmalı da bence. İnsanın sadece ama sadece kendisiyle baş başa kalıp düşündüğü, yüzleştiği, yüzeysellikten akıp kurumuş dünyadan başka bir dünyası da olmalı ki kendini, benliğini, özünü koruyabilsin. Ben de hep böyle yaptım. Yaşadıklarım ne olursa olsun, gördüklerim ne olursa olsun- kendimi, iyi yönlerimi muhafaza etmeye çalıştım. Sevdim, yıkılmadım, düştüm, yıkılmadım, kaçtım, yıkılmadım, korktum, yıkılmadım... Ama sustum, yıkılmaya çalışıldım. Sessiz kaldım, basit düşünceli muhabbetlerin kalabalıklarında anıldım. Gözleriyle, yaptığı en ufak bir hareketle beni davet edene karşılık, hiç kapı açmadım. Daha ilk saniye açmaya çalıştı bir kapı, sadece merhaba kadar tuttum elini. Sevdim ama koşmadım. Baktım ama caydırmadım. Soru sordum, cevaba cevap vermedim. Olduğu yerde, konumuna bakmadan beni kısıtladı, teslim olmadım. Karşıma çıktı, şaşkınca bir şeyler geveledi, bunu fark edince daha da korktum ve gittim. Tamamen gittim. Yıllardır gelmediğim gibi, yıllar sonra da gittim. Çünkü ben en çok onu, beni değil, herkesi, her şeyi düşündüm. "Çünkü bunun adı zart zurt" deyip, istediğim gibi, önüme geldiği gibi yaşamadım. Yaşayamazdım. Yapmamalıydım; ki içimdeki her şeye rağmen bu düşünceme sadık kaldım. Gerçek olmayan, basit, gereksiz bir çok şeye rağmen, gerçek olanı fark etmeme rağmen, gerçekleştirmedim. İhale günü geldi, o vakit ihale bana kaldı. Ben sırtlandım. Anlatmayacaktım kendimi. Anlamak isteyen anlardı ne de olsa. 
Kime kızmam gerektiğini inanın bilmiyorum. Ama sanırım kızmıyorum da... Belki bu kadar sustuğum için ilk başta kendime... Sonra tek derdi nasıl lüks bir hayat süreriz derdi olan o kişilere... Benim varlığımdan, ailemin varlığından rahatsız olan, korkak, hem de çok korkak olana.. Öğrendim ki; her şeyinizle, ama her şeyinizle yargılanırsınız. Sevginizle, sevdiğinizle, sesinizle, sessizliğinizle, gözlerinizle, göremediklerinizle... Çünkü onlar, siz değildir. Sizin nasıl biri olduğunuzla değil, kim olduğunuzla ilgilenirler. En büyük ayrım şudur ki; nasıl biri olduğunuzla ilgilenenler kalbinizle, aklınızla ilgilenir. Kim olduğunuzla ilgilenenler ise ne yaptığınızla, ne dediğinizle...  Çünkü o kişilerin nasıl biri olduklarıyla bile ilgilenemezsiniz. Fazla bir şey diyemezsiniz çünkü. Olumlu tek yanları varsa da, bir çoğu da olumsuzlaşır gözünüzde. Yıllardır var olma çabasındadır, kendi kazanmadığı parayla bir şey üretemeden bir şey olmaya çalışır, hayatındaki insanların statüsü, maddiyatı ona o kadar cazip gelmiştir ki, ne olduğunu değil, nasıl yaşayacağını düşünür. Çok yüksek ihtimaldir o insanların okuduğu kitapla, izlediği filmle beynini yormadıkları, çok bellidir o insanların "tek başıma ne yapıyorum? Tek başıma ne yapacağım? Ve yine tek başıma ne yapabilirim?" diye düşünmedikleri. Çünkü düşünmelerine ihtiyaç yoktur ki... Düşünmekte nedir? Hangi tatil köyüne gitsek, hangi mekanda akşam yemeği yesek mi? Bunu düşünen insanlar sizi eleştirir, sizi yargılar, sizi TAHMİN etmeye başlar... Komik değil mi? :) Bal gibi gerçeğin ne olduğunun farkındadır ama öyle bir korkuyordur ki gerçek olmadığını fark ettiği o şeyi kaybetmekten... Bununla yüzleşip, hayatını tartışmak yerine, sizi uzaklaştırırlar. Cesaretleri yoktur çünkü, korkaktırlar.... Sizinle ilgili iki basit cümle kurar, o basitliğe kanan, yine yüzeysel düşünen insanlar da onlara kanar. Çok şey yapmayın dostlar, olur bunlar. Geçer, gider... Size bir şey olmaz. O kişiler sizi sınamaya çalıştıkları sorularla elbet sınıfta kalacaklardır. Sizi sorguya çekmek istedikleri konularla sınanırlar... Nereden mi biliyorum? Çünkü insan ayıpladığını yaşamadan ölmez :)

27 Ekim 2015 Salı

Dikenli tel olurdum gül açan yüreğimde.


İki tane ip.
Bağlılar sıkı sıkı. 
Öyle ki ne makas keser,
ne de gevşer bu ipler. 
Ama bir gün bu ipler kesilmeden koptu.
Diğer ip hissediyor bu kopuşu.
Hem de her zerresinde.

İki tane insan.
Bağlılar sıkı sıkı.
Öyle ki ne mesafeler ayırır,
ne de insanlar girer.
Ama bir gün bu insanlar koptu.
Diğer insan hissediyor bu kopuşu.
Hemde her zerresinde.

İp sanıyordu ki insanlar bile çözemez.
İnsan sanmıştı ki, insanlar ayıramaz onları.
İnsanlar çözdü.
İnsanlar ayırdı.
Fakat ipler sıkı değildi demek ki o yüzden insanlar çözebildi.
Bir insan izin verdi demek ki o yüzden bu soğukluk.

Kimi suçlamalı?
İpi mi, iki insanı mı, diğer insanları mı?
Kim ayırdı?
İnsanlar mı, güvensizlik mi, yalan mı?
Hepsi.
Hem de hepsi.
Yalan ana'dan baba'dan duyulunca bile acı.
Sevdiğini korumak için yalan söyleyerek zarar vermek diye bir şey var.
Bu gerçek.
Çok gerçek.
Yalan gerçek.
Güvensizlik kanser gibi.
Sinsi sinsi, yavaş yavaş hissettiriyor kendini.
Aklına beynine hükmetmeye çalıştıkça yayılıyor.
En güvendiğine güvenememe'nin acısından acı çekmeye başlıyorsun.
İp korkmuş.
İnsan çaresiz.
Kendisiyle savaşta.
Kazanırsa bitecek her şey.
Kaybetmeyi diliyor ama kazandığını gördükçe daha da acılı.

"Nasıl?" diyor insan.
"Nasıl diğer insanların bana değersiz davranmasına izin verebilirsin?
Nasıl bu hakkı onların eline teslim edersin.? 
Nasıl anı yaşayıp da ileriyi göremezsin? 
Cevap geliyor gevik güvük. 
Çelişkili, telaşlı bir cevap.
İnsan diyor; "Yine aynı! Yine aynı! 
Oysa ben dünya'yı karşıma alırım. 
Üşüdüğünde senin için yanar küllerimle ısıtırım. 
Sana gelecek kötülüklere dikenli tel olurum, gül açan yüreğimde"
Konuşuyor, konuşuyor duyulmuyor.
İnsan ise kırgın, kızgın, öfkeli.
Anladı ki artık sırtını dayayamayacağı biri o kişi.
"Bana zarar verdin" diyor. 
"Pratikte insanlar, teori de 'sen'.
"Bana çok büyük bir zarar verdin"
İp gibiydiler. 
Balıkçı düğümüyle bağlanmış ipler....
Hiç kimse çözemez, ayıramazdı.
Ayırabildi.
İzin verildi.
"Oysa.." dedi insan. "Benim limanımdın sen, evimdin. 
Vatanım sendin, geleceğimdin, 
yaşlandığımda ki ihtiyar halim bile sendin benim.
Şimdi limanım gitti, evim yıkıldı.
Vatanım parçalandı. 
Geleceğim belirsizleşti, ihtiyarlığım korkuttu beni."
İp bağlanmak istedi.
Tutmadı düğüm.
İnsan devam etti: "Ama devam ederim. Bulurum bir liman, bir ev, bir vatan. 
Geleceğim renklenir. yaşlılığımda.... onu kim biliyor ki?"

7 Ekim 2015 Çarşamba

Sevgiliysek süs biblo değiliz!



Unutmadan söyleyelim; sen sevgilili bir kadınsın!

Sevgilin varsa seninle tatile çıkacak, seninle gezecek, hatta bir şeyleri seninle başaracak.... Siz sevgilisiniz artık, bir bütünsünüz! Birlikteyseniz bir olacaksınız, Her şeyiniz bir olmalı. Sevgilin varsa telefonunu kapatamazsın, meşgul olamazsın. Arkadaşlarınla eğlenmeye gitmek mi? Asla olmaz! Tatile çıkmak örneğini verme bile... Sevgilin nereye, sen oraya!
Bakınız bu da yeni moda ilişkiler. Erkek; kariyer sahibi, başarılı, prestij sahibi olsun, kadın; bakımlı ama çok özgür olmayıp Lucca'ya giderken ne giyeyim derdinde, rujum iyi mi kafasında olsun. Bir bölüm de okusun, bir şeyler de yapsın ama eh, öylesine işte. Sevgilisinin başarısını ve gücünü taktir etsin, başkaları da onu sevgilisi dolayısıyla taktir etsinler... Farkında mıyız artık durum bu. Bu yönde ilerliyor.
Beni aşırı aşırı feminen biri sanmayın, öyle biri değilim. İlişkiler de kadın erkek dengesine de inanırım, fakat ben haklı bir ilişki adaletinden yanayım. Yaşanan şey, ilişki. Bizler de insanız. Biblo değil. "Al beni karşına, izle. Koy çantaya tıkır tıkır yanında taşı, sonra eşe dosta bakın bu benim der gibi göster" durumu olmamalı, saçma yani.
Bir kere neden ilişki de kadının da kendi özel hayatı olamasın ve erkek taraf buna saygı duyamasın ki? Neden kariyer sahibi, başarılı, güzel işler yapan, ayakları üzerinde durabilen, güçlü bir kadın olamasın? Neden kendi özel alanını da yaşayabilen, arkadaşlarıyla tatillere çıkıp, eğlenebilen ve kendini de bilen bir kadın olmasın? Bal gibi de olur. Ama böyle olunca da o ilişki sorgulanır. Hatta öyle bir sorgulanır ki.... Dedikodu kazanları fokur fokur kaynar.

Bakınız:
-Ayy bizim B, var ya... iş gezisi için şehir dışına gitmiş sevgilisi de yok yanında. Ayrıldılar sanırım bunlar.

-B tatile çıkmış arkadaşlarıyla. Hem de sevgilisi olmadan. İnstagramdan fotoraflarını gördüm bir grup kızla "keyifler yerinde" yazmış fotorafın altına. Bu kesin ayrıldı adam'dan, ayrılık krizini atlatıyor.

Ama erkek, sevgilisi olmadan iş gezisine, tatile ya da birileriyle yemeğe çıksa bu durum zerre akla gelmez. Hatta birde o adamın sevgilisini çekiştirirler ama ayrıldıklarını düşünmezler bile.
O erkek diye tek başına sosyalleşmesi çok doğaldır da, kadın olunca absürt kaçar öyle mi? Yapmayın yahu!

Bir kere başarılı, kendi ayakları üzerinde duran kadınlara erkekler hayran. Bir çok kez rastladım; erkek, başarılı bir kadınla tanışınca ondan bahsederken saygıyla "Abi kadınlıktan asillik akıyor. Onca şeyin peşinde koşturuyor, hiçte şikayetçi değil. Hele bir de pek mütevazi" diyerek taktir ediyor. Tüm bu artılarını ballandıra ballandıra anlatıyor ki... masanın tek konusu o kahraman gibi görülen kadın oluyor. Tanımadan hayran olunuyor o kadına. Vay be deniyor, bizim playboyu bile kendine hayran bıraktırmış.

Peki bu güçlü ve başarılı kadınlara hayranlık tap noktadayken, ilk seçenekteki kadınlarla birlikte olan erkekler yok mu? Bunlar yüzdenin daha büyük payını kaplıyor. Güçlü kadın sevdası ama manken kafası kadınlar... Mankenlere burada hakaret etmek istemiyorum. Bahsettiğim şey; estetik kaygısı ve estetik arzusu fazla olan, lüks yaşantı meraklısı kadınlar. Çünkü genelde erkekler bu lüks meraklısı kadınlara istedikleri yaşantıyı sunup, ilişkilerinin mükemmel gittiğini zannederek "Çok keyifliyim" der durur. Güçlü kadınla birlikteyken mutlu ilişkileri için lüks yaşantının gerek olmadığının farkında değildir. Belki de farkındadır da... diğer manken kadını elde tutmanın yolunu üst kalite standartını yaşayıp, kadına da bunu yaşatmakta bulmuştur.
Güçlü kadınları beğenip, onlardan uzak kalmak mı cazip ki? Acaba böyle bir kadını taşıyacaklarını düşünmediklerinden mi. Belki gerçekten onlara göre de bir kadın sevgilisi olmadan sosyalleşemez ve dikkat çekemez.
En önemli şey ise; ilişki de kendin olabilmektir aslında. Şu yeni trend 'cool ilişki listeleri' var ya, boş onlar. Neymiş geç cevap verecekmişsin ki, ilgisi artsın. Neymiş ne verdiğine orantılı yaklaşacakmışsın da bilmem neymiş de, bilmem ne.
Oldu o zaman, biz bibloyduk ya hani, kendimizi de rafa kaldıralım. Olmadığımız insanlar olup, bir insan hayatımızda kalacak diye yüz yirmi sayfa dizi senaryosu yazalım beynimizde.
Taktik, plan, strateji... bunlar olmuş ilişkiler- hatta insanlar. Gerek var mı? yok. İn değil out bu denilenler.

2 Ekim 2015 Cuma

Ya da yaşanmadı belki, belki


Göğsünde taşıdığın yıldızlar....
Uzaktan duyulan şarkının anlaşılmaz sözleri gibi.
Bıraktım, gidiyorum.
Pes etmedim, yoluma devam ediyorum.
Güçsüz sanma beni, bir aşka teslim olmayacak kadar özgür benim kaderim.
Yaşandı ve bitti. Ya da yaşanmadı belki, belki...
Aklımdasın, kalbimdesin ama hatırlatmıyorum ki.
Yıldız oldum ışığım sönene kadar.
Rüzgar oldum.
Yapraklar arasında dolanıp gülümsüyorum.
Artık sorularım kendime. Cevaplarını ise hiç merak etmiyorum.

Bu muymuş, bu olsun.
Böyle kalsın gerçekler, belirsizlikler içinde.
Nasıl olsa hayat bir gün gösterecek salt gerçeği.
Benim kalbim çok büyük zalim beyfendi,
Yıldızları, güneşi, ay'ı, tüm yeşillikleri barındırırım ruhumda.
Fırtınalardan, gök gürültülerinden kaçmam ama yıldırım düşemez yüreğime, bedenime.
İçimde yaşadığım her şey ben'im aslında. Ben olduğum kadar sevdim bu yüreğimi.
Şimdi sana başarılar olsun daima. Bir gün de, o başarılarınla büyü.
Ben yoluma devam ediyorum, sana kul köle amansız umutsuz bir vaka değilim.
Bir hayatım var.
İçinde yokluğunun perperişan edemeyeceği gerçek bir hayat.
Ben senden çok önce de vardım.
Var olacağım.
En büyük gücümle.

Buğday tenin yalandan ısıtmış beni.
Olmak istediğim yerde en iğrenç anı tükettin.
Başka bedenlerle çoğalacağını düşünerek yaşa lütfen sen.
Benim bedenim senin ruhuna aykırı gelir.
Uzun laflara gerek yokmuş.
Böyle kalsın gerçekler, belirsizlikler içinde.
Nasıl olsa yaşam bir gün anlattıracak seni sana.
Ben güçlü kalayım lütfen.
Seninle güçlü kalmam çok imkansız gibi.
Heniz unutmadım ama hatırlamıyorum ki.
Bırak su aksın yolunu bulsun şimdi.




Karamel rumuzlu arkadaşıma hitafen yazılmıştır.


Bir ben var, benden başka kimsenin olamayacağı.


Yaşadığımız her şey bizi bu günkü biz yaptı. Ve yaşayacağımız her şey de, gelecekteki bizi yaratacak. İyi, kötü her neyse. 
Bir kız arkadaşım var, ona Karamel diyeyim. Karamel saçlı, tatlı... Dün gece'den sabaha kadar dertleştik. İnsan bazen güçsüz hissettiği zamanlarda, sağlıklı düşünemez çok dramatik davranır ya, o da bu aralar öyle. Benim lise'de ki halim gibi. O yaşlarıma benzettim onu. Ben de çok "buraya kadar!" demişimdir. Ama yanlış...
Bazen zor olanı yapmak gerekir: kafanın içindeki o kaoslara rağmen devam etmek...


Unutmasan bile hatırlamamak... Bunlardan konuştuk, ben konuştum o dinledi. O konuştu, ben dinledim. İkimizde biliyoruz unutmanın kolay olmadığını. Ama en azından hatırlamamak. Aşama aşamadır hatırlamamak. Sen üstüne gidersen, aklına daha da kazınır, karşına çıkar. Fakat her şey geçer gider aynaya baktığında gördüğün şeye inanamazsın."Ben bu değilim" desen bile, iş işten geçmiştir. Hayat, zaman, duran bir şey değil. "Siz beni bir bekleyin ben olduğum yerde kalayım, arkanızdan gelirim" diyemezsin. Keşke dense fakat tabiatta yok. Kural bu: Sen hayatı bırakırsan, o elinden tutmaz! Hayat mı zalimdir, insanlar mı, bunu da çok tartışmak gerekir. İnsani tüm duyguların arasında her zaman yapman gerekenler vardır. Ayağın takılır düşersin fakat ayağa kalkıp daha güçlü yürürsün. Yürümelisin. Koşmalısın.... Acı çek, gerekirse isyan et ama tamam öyleyse de ve devam et. Çünkü olduğun yerde kaldığında her zaman düştüğünü göreceksin. Bunu gençken anlayamaz insan, bilirim. Ben de gencim fakat yaşıtlarım gibi anlık değilim. Sanırım insan tek başına yaşadığında kendi hayatını kendi kurma olayını daha net anlıyor. Çünkü biliyorsun ki neye bağlı olursan ol, bu hayatta teksin. Yalnzız demiyorum. Fakat yalnız kalmayacağımızın garantisi hiç bir zaman yok. Bir gün en çıkmazda olduğumuzda, insanların "toparlan" demesinden başka yapabileceği şeylerin olmadığının garantisi yok. Genelde de böyle zaten. Sana destek olurlar, güç verirler ve o güçle bir şeyler yapmak/yapmamak senin elindedir. Senin yerine kimse bir şey yapamaz. İstemek, azim etmek, başarmak bunlar kişiye somut şeylerdir.