19 Eylül 2015 Cumartesi

Azlığın derinliği değil, çokluğun yüzeyselliği tercih edilir oldu!

Bir süredir kafamı kurcalayan şeylerle tekrar baş başa kaldım. Soruları sadece kendime göre cevaplandırmak istemedim. Bunun yerine, kişisel gelişim ve o konuyla ilgili yazılmış kitapları okuyarak daha sağlıklı sonuçlara ulaşırım diye düşündüm. Ben derin düşünen, ve derin hisseden bir tipim. Fakat elbette bu durum bazen düşünceler de boğulmama, ve tamamlanmamış bir sorudan başka bir soruya geçmeme neden oluyor. Ailem, arkadaşlarım, düşünme artık, dese de.... Ben düşünmeyeyim, sen düşünme, o düşünmesin, kim düşünsün?, diye de sormadan edemiyorum. Çağımızın önemli bir sorunu bu sanırım: Derin düşünmemek.....

Teknoloji gelişti- Sosyal ilişkiler bile çoğunlukla teknoloji merkezli ilerliyor. Dolayısıyla; artık insanların tamamen kendileriyle baş başa kaldığı, sorunlarına iç dünyalarında çözüm üretmeye çalıştıkları bir zaman dilimi kalmadı. Kaldıysa da çok az. Çünkü seni kendinle baş başa bırakan koşullar günden güne azalmaya devam ediyor. Ve artık azlığın derinliği değil, çokluğun yüzeyselliği tercih edilir oldu..Elde etmek kolaylaştı diye, kıymet bilmek azaldı. Bedel ödemediğin şeylere sahip olmaya başladıkça, insan bunu içselleştiremiyor, özümseyemiyor aslında. Çünkü ona sahip olana kadar geçirdiğin bir süreç ve zorluk yok.
 Ben acısız, engel aşılmayan şeylerin kalıcılığına hiç inanmadım. Bu fikrim hem somut, hem de soyut şeyler için de geçerli. Hemen ulaştığın bir şeyi, hemen bitirebilirsin. Çünkü aslında farkında olmasan da bilinç altında şu vardır: "nasıl olsa yine alırım"
Fakat zor ve engellerle sahip olduğun bir şeyi bitirmemek için o şeyi azar azar tüketirsin. Hatta belki hiç tüketemezsin. İşte o zaman da bilinç altı şunu söyler: "bir daha alamayabilirim"
Çünkü bunu almak için çok çabaladım, acı çektim, bedel ödedim, bekledim, sabrettim vs vs...

Ve de her istediğini elde edebilen o insanın, bu rahatlığının neden olduğu egosu var. Çevreme baktığım zaman bu kişilerin kendileriyle ilgili söylediği şeyler hemen hemen aynı. Bu kategoride olan arkadaşlarım bile var ve aslında baktığınızda sahip olma merkezli düşünceleri "yakışıklıyım/güzelim, zenginim.  Bu yüzden istediğimi elde ederim. Bu yüzden güçlüyüm. Bu yüzden kimse bana karşı koyamaz" gibi düşünceler. Sonuç ise "bu yüzden hayat tokadını yedim"
Dünya'da gözü kapalı dolaşırsan, bir gün mutlaka direğe çarpacaksın!
Öyle ki bir kitap üstünde düşünmemiş, bir şey için emek vermemiş, çalışmamış, zorluk nedir bilmemiş.... tek derdi ne yesem, nereye gitsem, ne giysem  olan insanlar kendilerini çok şey başarmış, hayatla çok mücadele etmiş gibi görüp, bir de hayatla dalga geçiyorum mesajını veriyorlar. Orada duracaksın! Babasının, sevgilisinin parası olmasa toz pembe dünyasının tozlarından eser kalmayacak bu insanlar başkalarını oturduğu yerden öyle eleştirirler ki, "kaliteli insan işiyle, boş insan kişiyle uğraşırmış" cümlesini akla getirmemek mümkün değil.

10 Eylül 2015 Perşembe

Ben eylül, sen haziran


Bu sabah midem de bir yumrukla uyandım. 
Evrenden, dünya'ya çakılıyorum sanki.
Yine güneş doğmuş diye bakındım etrafıma. 
Oysa gece gizliden yaşatıyordu kederlerimi. 
Kendimi tarif etmemi istesen, edemem. 
İki kelime ederim sen gibi:sonra konuşma hakkı gözlerime geçer.
Hiç bir şey kolay değildi, katılıyorum.
Zoru başarıyor muyuz, bak onu bilmiyorum işte.
Ben galiba hep o 17'de kalmak istedim.
Elimdeki süt mısır kokusunun, deniz'le karışmasını diledim. 
Hayat dolu, eğlenceli, komik ama hisli... Hüzünlü.
Hani demiştim ya; Şuradaki beyaz otel, kumsal da tek yapılan oteller gibi. Çok huzurlu, diye. Sen de gülümseyerek bir otele birde bana bakmıştın....
Ben o beyaz otel'deyim. 
O güzel elalığı gördüğümden beri, sen oradasın. 
Sadece ben denize yakın, sen kumsalın ortasında...
Rüzgar bir fırtına çıkarsa- ben dalgalar da boğulmaktan, sen savrulup gitmekten korkarsın.
Bir de gözlerim dalıp gitmişti batan kızıl güneşe, dalgalı mavi denize... Hatırlıyor musun? 
Öyle uzun, anlamlı, nereden çıktın sen? der gibi bakmıştın da...
Gözlerim de sen vardın, göremedin.
Ben korkaktım. 
Yaşadığım şeyin beni sürükleyeceği yeri bilemedim.
Gözlerimiz bir birine değdiği ilk anda, 
gözlerimi yakalamaya çalıştığın o gece'de hangi şiir okunuyor diye bağırdı kalbim.
Bedenim kaçtı ama hep o gözleri görmek istedi ruhum.

Şimdiyse sayemde ortalık birinci derece afet bölgesi.
Sanki uyumuşum da, acıları uykumda yaratmışım gibi.
Gerçek gibi değil.
Ama çok gerçek.
En gerçek. Kağıt kesiği gibi.

En çok ben tüketmişim.
Tükenmişim.
Görmekten korkmuşum
Korkularıma teslim olmuşum.
Şimdi yine görsem o 17'im de ki elalığı, gülüşüm deniz,
Günbatımı tekrar şahidimiz olur.
Beyaz gömleğin limon kokar.
Ben de çok severim.
Gurur karanlık yüzümmüş meğer.
Ben gururuma hapsolmuşum.
Oysa senin gülüşünle, dönme dolaba binmiş gibi sarhoş oluyordum.
Hala daha oluyorum.
Kaç şiir biter? Kaç şarkı anlamlaşır seninle?
Sensizliğinle...
Hem böylesine yakın, içimde, hem en uzağında, dikenli sarmaşıkların dibinde.
Tükenmişim ama gücüm var hala. Bir o kadar eylül daha geçer seninle.
Bazen diyorum ki, ben ilk tim. O yokken ben gördüm, ilk.
Sonra kader midir, keder midir bilmem de... diyor ki; kandırma kendini- sen sonradan gelensin.
İşte en çok o zaman yoruluyorum.
Bu ağırlığı daha çok hissediyorum.
Mutlu ol, huzur dol. Fark etmiyorum mu sanıyorsun o gözleri.
Ama neye yarar ki hasretlik cümleleri? 
Savaşacak gücüm var, ama dedim ya ben deniz den, sen kumsal dan izliyoruz batan güneşi.

Şimdi de mutlu değilim, yalan yok.
O eylül den beri en büyük kederim...
Çok kolay mıydı hayatından beni silmek?
Ben çok denedim, yalan yok.
Ama beceremedim.
Ne gelmeyi,
ne gitmeyi.
Öylece durdum bir yerlerde.
Kafam da aynı filmi oynattım milyon kez.
ve film çektim yine başlangıç yerimizde.
Biliyorum hata yaptım. Neden yaptın dersen hiç fark edemedim böyle olacağını,
bu kadar arapsaçı bir hal alacağını.
Şimdi sen duvar,
ben o duvardaki dikenli sarmaşık.
O duvar kırılır mı,
dikenlerim, korkularım.
Ben dikenlerimi kesip atamadım.
Sen çocukluğuma ver.
Elindeki limonu yanlışlıkla fırlatan kızım ben, hatırlamadın mı?
İstersen acıya acıya, istersen acıta acıta sil beni...
Bir eylül ki bende ki... O en güzel eylül'ler
Hiç geçmez.