27 Ekim 2015 Salı

Dikenli tel olurdum gül açan yüreğimde.


İki tane ip.
Bağlılar sıkı sıkı. 
Öyle ki ne makas keser,
ne de gevşer bu ipler. 
Ama bir gün bu ipler kesilmeden koptu.
Diğer ip hissediyor bu kopuşu.
Hem de her zerresinde.

İki tane insan.
Bağlılar sıkı sıkı.
Öyle ki ne mesafeler ayırır,
ne de insanlar girer.
Ama bir gün bu insanlar koptu.
Diğer insan hissediyor bu kopuşu.
Hemde her zerresinde.

İp sanıyordu ki insanlar bile çözemez.
İnsan sanmıştı ki, insanlar ayıramaz onları.
İnsanlar çözdü.
İnsanlar ayırdı.
Fakat ipler sıkı değildi demek ki o yüzden insanlar çözebildi.
Bir insan izin verdi demek ki o yüzden bu soğukluk.

Kimi suçlamalı?
İpi mi, iki insanı mı, diğer insanları mı?
Kim ayırdı?
İnsanlar mı, güvensizlik mi, yalan mı?
Hepsi.
Hem de hepsi.
Yalan ana'dan baba'dan duyulunca bile acı.
Sevdiğini korumak için yalan söyleyerek zarar vermek diye bir şey var.
Bu gerçek.
Çok gerçek.
Yalan gerçek.
Güvensizlik kanser gibi.
Sinsi sinsi, yavaş yavaş hissettiriyor kendini.
Aklına beynine hükmetmeye çalıştıkça yayılıyor.
En güvendiğine güvenememe'nin acısından acı çekmeye başlıyorsun.
İp korkmuş.
İnsan çaresiz.
Kendisiyle savaşta.
Kazanırsa bitecek her şey.
Kaybetmeyi diliyor ama kazandığını gördükçe daha da acılı.

"Nasıl?" diyor insan.
"Nasıl diğer insanların bana değersiz davranmasına izin verebilirsin?
Nasıl bu hakkı onların eline teslim edersin.? 
Nasıl anı yaşayıp da ileriyi göremezsin? 
Cevap geliyor gevik güvük. 
Çelişkili, telaşlı bir cevap.
İnsan diyor; "Yine aynı! Yine aynı! 
Oysa ben dünya'yı karşıma alırım. 
Üşüdüğünde senin için yanar küllerimle ısıtırım. 
Sana gelecek kötülüklere dikenli tel olurum, gül açan yüreğimde"
Konuşuyor, konuşuyor duyulmuyor.
İnsan ise kırgın, kızgın, öfkeli.
Anladı ki artık sırtını dayayamayacağı biri o kişi.
"Bana zarar verdin" diyor. 
"Pratikte insanlar, teori de 'sen'.
"Bana çok büyük bir zarar verdin"
İp gibiydiler. 
Balıkçı düğümüyle bağlanmış ipler....
Hiç kimse çözemez, ayıramazdı.
Ayırabildi.
İzin verildi.
"Oysa.." dedi insan. "Benim limanımdın sen, evimdin. 
Vatanım sendin, geleceğimdin, 
yaşlandığımda ki ihtiyar halim bile sendin benim.
Şimdi limanım gitti, evim yıkıldı.
Vatanım parçalandı. 
Geleceğim belirsizleşti, ihtiyarlığım korkuttu beni."
İp bağlanmak istedi.
Tutmadı düğüm.
İnsan devam etti: "Ama devam ederim. Bulurum bir liman, bir ev, bir vatan. 
Geleceğim renklenir. yaşlılığımda.... onu kim biliyor ki?"

7 Ekim 2015 Çarşamba

Sevgiliysek süs biblo değiliz!



Unutmadan söyleyelim; sen sevgilili bir kadınsın!

Sevgilin varsa seninle tatile çıkacak, seninle gezecek, hatta bir şeyleri seninle başaracak.... Siz sevgilisiniz artık, bir bütünsünüz! Birlikteyseniz bir olacaksınız, Her şeyiniz bir olmalı. Sevgilin varsa telefonunu kapatamazsın, meşgul olamazsın. Arkadaşlarınla eğlenmeye gitmek mi? Asla olmaz! Tatile çıkmak örneğini verme bile... Sevgilin nereye, sen oraya!
Bakınız bu da yeni moda ilişkiler. Erkek; kariyer sahibi, başarılı, prestij sahibi olsun, kadın; bakımlı ama çok özgür olmayıp Lucca'ya giderken ne giyeyim derdinde, rujum iyi mi kafasında olsun. Bir bölüm de okusun, bir şeyler de yapsın ama eh, öylesine işte. Sevgilisinin başarısını ve gücünü taktir etsin, başkaları da onu sevgilisi dolayısıyla taktir etsinler... Farkında mıyız artık durum bu. Bu yönde ilerliyor.
Beni aşırı aşırı feminen biri sanmayın, öyle biri değilim. İlişkiler de kadın erkek dengesine de inanırım, fakat ben haklı bir ilişki adaletinden yanayım. Yaşanan şey, ilişki. Bizler de insanız. Biblo değil. "Al beni karşına, izle. Koy çantaya tıkır tıkır yanında taşı, sonra eşe dosta bakın bu benim der gibi göster" durumu olmamalı, saçma yani.
Bir kere neden ilişki de kadının da kendi özel hayatı olamasın ve erkek taraf buna saygı duyamasın ki? Neden kariyer sahibi, başarılı, güzel işler yapan, ayakları üzerinde durabilen, güçlü bir kadın olamasın? Neden kendi özel alanını da yaşayabilen, arkadaşlarıyla tatillere çıkıp, eğlenebilen ve kendini de bilen bir kadın olmasın? Bal gibi de olur. Ama böyle olunca da o ilişki sorgulanır. Hatta öyle bir sorgulanır ki.... Dedikodu kazanları fokur fokur kaynar.

Bakınız:
-Ayy bizim B, var ya... iş gezisi için şehir dışına gitmiş sevgilisi de yok yanında. Ayrıldılar sanırım bunlar.

-B tatile çıkmış arkadaşlarıyla. Hem de sevgilisi olmadan. İnstagramdan fotoraflarını gördüm bir grup kızla "keyifler yerinde" yazmış fotorafın altına. Bu kesin ayrıldı adam'dan, ayrılık krizini atlatıyor.

Ama erkek, sevgilisi olmadan iş gezisine, tatile ya da birileriyle yemeğe çıksa bu durum zerre akla gelmez. Hatta birde o adamın sevgilisini çekiştirirler ama ayrıldıklarını düşünmezler bile.
O erkek diye tek başına sosyalleşmesi çok doğaldır da, kadın olunca absürt kaçar öyle mi? Yapmayın yahu!

Bir kere başarılı, kendi ayakları üzerinde duran kadınlara erkekler hayran. Bir çok kez rastladım; erkek, başarılı bir kadınla tanışınca ondan bahsederken saygıyla "Abi kadınlıktan asillik akıyor. Onca şeyin peşinde koşturuyor, hiçte şikayetçi değil. Hele bir de pek mütevazi" diyerek taktir ediyor. Tüm bu artılarını ballandıra ballandıra anlatıyor ki... masanın tek konusu o kahraman gibi görülen kadın oluyor. Tanımadan hayran olunuyor o kadına. Vay be deniyor, bizim playboyu bile kendine hayran bıraktırmış.

Peki bu güçlü ve başarılı kadınlara hayranlık tap noktadayken, ilk seçenekteki kadınlarla birlikte olan erkekler yok mu? Bunlar yüzdenin daha büyük payını kaplıyor. Güçlü kadın sevdası ama manken kafası kadınlar... Mankenlere burada hakaret etmek istemiyorum. Bahsettiğim şey; estetik kaygısı ve estetik arzusu fazla olan, lüks yaşantı meraklısı kadınlar. Çünkü genelde erkekler bu lüks meraklısı kadınlara istedikleri yaşantıyı sunup, ilişkilerinin mükemmel gittiğini zannederek "Çok keyifliyim" der durur. Güçlü kadınla birlikteyken mutlu ilişkileri için lüks yaşantının gerek olmadığının farkında değildir. Belki de farkındadır da... diğer manken kadını elde tutmanın yolunu üst kalite standartını yaşayıp, kadına da bunu yaşatmakta bulmuştur.
Güçlü kadınları beğenip, onlardan uzak kalmak mı cazip ki? Acaba böyle bir kadını taşıyacaklarını düşünmediklerinden mi. Belki gerçekten onlara göre de bir kadın sevgilisi olmadan sosyalleşemez ve dikkat çekemez.
En önemli şey ise; ilişki de kendin olabilmektir aslında. Şu yeni trend 'cool ilişki listeleri' var ya, boş onlar. Neymiş geç cevap verecekmişsin ki, ilgisi artsın. Neymiş ne verdiğine orantılı yaklaşacakmışsın da bilmem neymiş de, bilmem ne.
Oldu o zaman, biz bibloyduk ya hani, kendimizi de rafa kaldıralım. Olmadığımız insanlar olup, bir insan hayatımızda kalacak diye yüz yirmi sayfa dizi senaryosu yazalım beynimizde.
Taktik, plan, strateji... bunlar olmuş ilişkiler- hatta insanlar. Gerek var mı? yok. İn değil out bu denilenler.

2 Ekim 2015 Cuma

Ya da yaşanmadı belki, belki


Göğsünde taşıdığın yıldızlar....
Uzaktan duyulan şarkının anlaşılmaz sözleri gibi.
Bıraktım, gidiyorum.
Pes etmedim, yoluma devam ediyorum.
Güçsüz sanma beni, bir aşka teslim olmayacak kadar özgür benim kaderim.
Yaşandı ve bitti. Ya da yaşanmadı belki, belki...
Aklımdasın, kalbimdesin ama hatırlatmıyorum ki.
Yıldız oldum ışığım sönene kadar.
Rüzgar oldum.
Yapraklar arasında dolanıp gülümsüyorum.
Artık sorularım kendime. Cevaplarını ise hiç merak etmiyorum.

Bu muymuş, bu olsun.
Böyle kalsın gerçekler, belirsizlikler içinde.
Nasıl olsa hayat bir gün gösterecek salt gerçeği.
Benim kalbim çok büyük zalim beyfendi,
Yıldızları, güneşi, ay'ı, tüm yeşillikleri barındırırım ruhumda.
Fırtınalardan, gök gürültülerinden kaçmam ama yıldırım düşemez yüreğime, bedenime.
İçimde yaşadığım her şey ben'im aslında. Ben olduğum kadar sevdim bu yüreğimi.
Şimdi sana başarılar olsun daima. Bir gün de, o başarılarınla büyü.
Ben yoluma devam ediyorum, sana kul köle amansız umutsuz bir vaka değilim.
Bir hayatım var.
İçinde yokluğunun perperişan edemeyeceği gerçek bir hayat.
Ben senden çok önce de vardım.
Var olacağım.
En büyük gücümle.

Buğday tenin yalandan ısıtmış beni.
Olmak istediğim yerde en iğrenç anı tükettin.
Başka bedenlerle çoğalacağını düşünerek yaşa lütfen sen.
Benim bedenim senin ruhuna aykırı gelir.
Uzun laflara gerek yokmuş.
Böyle kalsın gerçekler, belirsizlikler içinde.
Nasıl olsa yaşam bir gün anlattıracak seni sana.
Ben güçlü kalayım lütfen.
Seninle güçlü kalmam çok imkansız gibi.
Heniz unutmadım ama hatırlamıyorum ki.
Bırak su aksın yolunu bulsun şimdi.




Karamel rumuzlu arkadaşıma hitafen yazılmıştır.


Bir ben var, benden başka kimsenin olamayacağı.


Yaşadığımız her şey bizi bu günkü biz yaptı. Ve yaşayacağımız her şey de, gelecekteki bizi yaratacak. İyi, kötü her neyse. 
Bir kız arkadaşım var, ona Karamel diyeyim. Karamel saçlı, tatlı... Dün gece'den sabaha kadar dertleştik. İnsan bazen güçsüz hissettiği zamanlarda, sağlıklı düşünemez çok dramatik davranır ya, o da bu aralar öyle. Benim lise'de ki halim gibi. O yaşlarıma benzettim onu. Ben de çok "buraya kadar!" demişimdir. Ama yanlış...
Bazen zor olanı yapmak gerekir: kafanın içindeki o kaoslara rağmen devam etmek...


Unutmasan bile hatırlamamak... Bunlardan konuştuk, ben konuştum o dinledi. O konuştu, ben dinledim. İkimizde biliyoruz unutmanın kolay olmadığını. Ama en azından hatırlamamak. Aşama aşamadır hatırlamamak. Sen üstüne gidersen, aklına daha da kazınır, karşına çıkar. Fakat her şey geçer gider aynaya baktığında gördüğün şeye inanamazsın."Ben bu değilim" desen bile, iş işten geçmiştir. Hayat, zaman, duran bir şey değil. "Siz beni bir bekleyin ben olduğum yerde kalayım, arkanızdan gelirim" diyemezsin. Keşke dense fakat tabiatta yok. Kural bu: Sen hayatı bırakırsan, o elinden tutmaz! Hayat mı zalimdir, insanlar mı, bunu da çok tartışmak gerekir. İnsani tüm duyguların arasında her zaman yapman gerekenler vardır. Ayağın takılır düşersin fakat ayağa kalkıp daha güçlü yürürsün. Yürümelisin. Koşmalısın.... Acı çek, gerekirse isyan et ama tamam öyleyse de ve devam et. Çünkü olduğun yerde kaldığında her zaman düştüğünü göreceksin. Bunu gençken anlayamaz insan, bilirim. Ben de gencim fakat yaşıtlarım gibi anlık değilim. Sanırım insan tek başına yaşadığında kendi hayatını kendi kurma olayını daha net anlıyor. Çünkü biliyorsun ki neye bağlı olursan ol, bu hayatta teksin. Yalnzız demiyorum. Fakat yalnız kalmayacağımızın garantisi hiç bir zaman yok. Bir gün en çıkmazda olduğumuzda, insanların "toparlan" demesinden başka yapabileceği şeylerin olmadığının garantisi yok. Genelde de böyle zaten. Sana destek olurlar, güç verirler ve o güçle bir şeyler yapmak/yapmamak senin elindedir. Senin yerine kimse bir şey yapamaz. İstemek, azim etmek, başarmak bunlar kişiye somut şeylerdir.

19 Eylül 2015 Cumartesi

Azlığın derinliği değil, çokluğun yüzeyselliği tercih edilir oldu!

Bir süredir kafamı kurcalayan şeylerle tekrar baş başa kaldım. Soruları sadece kendime göre cevaplandırmak istemedim. Bunun yerine, kişisel gelişim ve o konuyla ilgili yazılmış kitapları okuyarak daha sağlıklı sonuçlara ulaşırım diye düşündüm. Ben derin düşünen, ve derin hisseden bir tipim. Fakat elbette bu durum bazen düşünceler de boğulmama, ve tamamlanmamış bir sorudan başka bir soruya geçmeme neden oluyor. Ailem, arkadaşlarım, düşünme artık, dese de.... Ben düşünmeyeyim, sen düşünme, o düşünmesin, kim düşünsün?, diye de sormadan edemiyorum. Çağımızın önemli bir sorunu bu sanırım: Derin düşünmemek.....

Teknoloji gelişti- Sosyal ilişkiler bile çoğunlukla teknoloji merkezli ilerliyor. Dolayısıyla; artık insanların tamamen kendileriyle baş başa kaldığı, sorunlarına iç dünyalarında çözüm üretmeye çalıştıkları bir zaman dilimi kalmadı. Kaldıysa da çok az. Çünkü seni kendinle baş başa bırakan koşullar günden güne azalmaya devam ediyor. Ve artık azlığın derinliği değil, çokluğun yüzeyselliği tercih edilir oldu..Elde etmek kolaylaştı diye, kıymet bilmek azaldı. Bedel ödemediğin şeylere sahip olmaya başladıkça, insan bunu içselleştiremiyor, özümseyemiyor aslında. Çünkü ona sahip olana kadar geçirdiğin bir süreç ve zorluk yok.
 Ben acısız, engel aşılmayan şeylerin kalıcılığına hiç inanmadım. Bu fikrim hem somut, hem de soyut şeyler için de geçerli. Hemen ulaştığın bir şeyi, hemen bitirebilirsin. Çünkü aslında farkında olmasan da bilinç altında şu vardır: "nasıl olsa yine alırım"
Fakat zor ve engellerle sahip olduğun bir şeyi bitirmemek için o şeyi azar azar tüketirsin. Hatta belki hiç tüketemezsin. İşte o zaman da bilinç altı şunu söyler: "bir daha alamayabilirim"
Çünkü bunu almak için çok çabaladım, acı çektim, bedel ödedim, bekledim, sabrettim vs vs...

Ve de her istediğini elde edebilen o insanın, bu rahatlığının neden olduğu egosu var. Çevreme baktığım zaman bu kişilerin kendileriyle ilgili söylediği şeyler hemen hemen aynı. Bu kategoride olan arkadaşlarım bile var ve aslında baktığınızda sahip olma merkezli düşünceleri "yakışıklıyım/güzelim, zenginim.  Bu yüzden istediğimi elde ederim. Bu yüzden güçlüyüm. Bu yüzden kimse bana karşı koyamaz" gibi düşünceler. Sonuç ise "bu yüzden hayat tokadını yedim"
Dünya'da gözü kapalı dolaşırsan, bir gün mutlaka direğe çarpacaksın!
Öyle ki bir kitap üstünde düşünmemiş, bir şey için emek vermemiş, çalışmamış, zorluk nedir bilmemiş.... tek derdi ne yesem, nereye gitsem, ne giysem  olan insanlar kendilerini çok şey başarmış, hayatla çok mücadele etmiş gibi görüp, bir de hayatla dalga geçiyorum mesajını veriyorlar. Orada duracaksın! Babasının, sevgilisinin parası olmasa toz pembe dünyasının tozlarından eser kalmayacak bu insanlar başkalarını oturduğu yerden öyle eleştirirler ki, "kaliteli insan işiyle, boş insan kişiyle uğraşırmış" cümlesini akla getirmemek mümkün değil.

10 Eylül 2015 Perşembe

Ben eylül, sen haziran


Bu sabah midem de bir yumrukla uyandım. 
Evrenden, dünya'ya çakılıyorum sanki.
Yine güneş doğmuş diye bakındım etrafıma. 
Oysa gece gizliden yaşatıyordu kederlerimi. 
Kendimi tarif etmemi istesen, edemem. 
İki kelime ederim sen gibi:sonra konuşma hakkı gözlerime geçer.
Hiç bir şey kolay değildi, katılıyorum.
Zoru başarıyor muyuz, bak onu bilmiyorum işte.
Ben galiba hep o 17'de kalmak istedim.
Elimdeki süt mısır kokusunun, deniz'le karışmasını diledim. 
Hayat dolu, eğlenceli, komik ama hisli... Hüzünlü.
Hani demiştim ya; Şuradaki beyaz otel, kumsal da tek yapılan oteller gibi. Çok huzurlu, diye. Sen de gülümseyerek bir otele birde bana bakmıştın....
Ben o beyaz otel'deyim. 
O güzel elalığı gördüğümden beri, sen oradasın. 
Sadece ben denize yakın, sen kumsalın ortasında...
Rüzgar bir fırtına çıkarsa- ben dalgalar da boğulmaktan, sen savrulup gitmekten korkarsın.
Bir de gözlerim dalıp gitmişti batan kızıl güneşe, dalgalı mavi denize... Hatırlıyor musun? 
Öyle uzun, anlamlı, nereden çıktın sen? der gibi bakmıştın da...
Gözlerim de sen vardın, göremedin.
Ben korkaktım. 
Yaşadığım şeyin beni sürükleyeceği yeri bilemedim.
Gözlerimiz bir birine değdiği ilk anda, 
gözlerimi yakalamaya çalıştığın o gece'de hangi şiir okunuyor diye bağırdı kalbim.
Bedenim kaçtı ama hep o gözleri görmek istedi ruhum.

Şimdiyse sayemde ortalık birinci derece afet bölgesi.
Sanki uyumuşum da, acıları uykumda yaratmışım gibi.
Gerçek gibi değil.
Ama çok gerçek.
En gerçek. Kağıt kesiği gibi.

En çok ben tüketmişim.
Tükenmişim.
Görmekten korkmuşum
Korkularıma teslim olmuşum.
Şimdi yine görsem o 17'im de ki elalığı, gülüşüm deniz,
Günbatımı tekrar şahidimiz olur.
Beyaz gömleğin limon kokar.
Ben de çok severim.
Gurur karanlık yüzümmüş meğer.
Ben gururuma hapsolmuşum.
Oysa senin gülüşünle, dönme dolaba binmiş gibi sarhoş oluyordum.
Hala daha oluyorum.
Kaç şiir biter? Kaç şarkı anlamlaşır seninle?
Sensizliğinle...
Hem böylesine yakın, içimde, hem en uzağında, dikenli sarmaşıkların dibinde.
Tükenmişim ama gücüm var hala. Bir o kadar eylül daha geçer seninle.
Bazen diyorum ki, ben ilk tim. O yokken ben gördüm, ilk.
Sonra kader midir, keder midir bilmem de... diyor ki; kandırma kendini- sen sonradan gelensin.
İşte en çok o zaman yoruluyorum.
Bu ağırlığı daha çok hissediyorum.
Mutlu ol, huzur dol. Fark etmiyorum mu sanıyorsun o gözleri.
Ama neye yarar ki hasretlik cümleleri? 
Savaşacak gücüm var, ama dedim ya ben deniz den, sen kumsal dan izliyoruz batan güneşi.

Şimdi de mutlu değilim, yalan yok.
O eylül den beri en büyük kederim...
Çok kolay mıydı hayatından beni silmek?
Ben çok denedim, yalan yok.
Ama beceremedim.
Ne gelmeyi,
ne gitmeyi.
Öylece durdum bir yerlerde.
Kafam da aynı filmi oynattım milyon kez.
ve film çektim yine başlangıç yerimizde.
Biliyorum hata yaptım. Neden yaptın dersen hiç fark edemedim böyle olacağını,
bu kadar arapsaçı bir hal alacağını.
Şimdi sen duvar,
ben o duvardaki dikenli sarmaşık.
O duvar kırılır mı,
dikenlerim, korkularım.
Ben dikenlerimi kesip atamadım.
Sen çocukluğuma ver.
Elindeki limonu yanlışlıkla fırlatan kızım ben, hatırlamadın mı?
İstersen acıya acıya, istersen acıta acıta sil beni...
Bir eylül ki bende ki... O en güzel eylül'ler
Hiç geçmez.



4 Ağustos 2015 Salı

Teşekkür ederim tanrım bu iki kızı yarattığın, bizi tanıştırdığın için.




"Çünkü gerçek sevgi, samanlıkta iğne aramak gibi."


Gerçek sevgi neydi? Bunu gerçekten uzun süre düşündüğümü itiraf etmeliyim. Sevilmediğim den, öyle hissettiğimden değil aslında, fakat bir şeyleri sorgulamak, irdelemek, üstünde kafa patlatmak benim huyum dur. Bazen yorar ama şikayetçi de olmam. Ve sevgi; kimilerine göre çok iyi anlaşmak, çok iyi vakit geçirmek olsa da, bana göre bunlardan çok daha anlamlı ve derin bir duygu. Günden güne azalan bir sevgi değil, günden güne çoğalan bir sevgi GERÇEK SEVGİ olmalı. Fakat saf sevgi den bahsediyorum. Saf, temiz ve masum sevgi. Bu bana göre tüm ilişki türlerinde böyle olmalı. Aşk, aile, arkadaşlık-dostluk....  Sevdiğim, gerçekten sevdiğim insanları hep temiz sevdim ben. Tek bir art niyet duygu kırıntısı girmedi kalbime. Ve sanırım ki, bu sevgi biçimim en güzel hediyesini sundu bana. Dokuz sene önce ergenliğimin başlarında, ilk gerçek hikaye'mi yazdığım bir site de, iki güzel kızla tanıştım. Üçümüz de hayatımızdaki çatışmalarla mücadele ederken, biraz olsun kaçtık gerçek dünyadan. Bir birimizle yeni bir dünya yarattık. Yazdığımız hikayelerin ruhuna büründük, umutlarımızı büyüttük. Sadece yazılarla anlaşan üç çocuktuk aslında. Çayı kaç şekerli içtiğimizi bilmeden, en sevdiğimiz yemeği bilmeden, sevindiğimizde, üzüldüğümüzde nasıl tepkiler veririz bilmeden... Tam olarak gerçek olmadan yani. Ama biz gerçek olmaya başlamıştık yavaş yavaş.
Daha sonra kavgalar, kırgınlıklar, öfkeler girdi aramıza. Fakat giremedi de. Mesafeleri de aşmıştık biz. İşte o dokuz yıl boyunca hiç bir öfkemiz bizi koparamamış. Çok kırdık bir birimizin kalbini, hırpaladık. Ama "yürek gerçek olmadığını hissederse, kırılmazmış hiç" derler ya, ne doğru bir sözdür.  Biz kalp kırarken, gerçekten kalp kırmamışız. Bu ne güzel bir şey aslında farkında mısınız? Öyle gerçek sevmişsiniz, öyle fesatlıktan uzak sevmişsiniz ki, karşınızdaki insan sevginizden, kavgalarınızda bile şüphe etmiyor. Ben onlardan hiç şüphe duymadım. Onlar benden hiç şüphe duymadı. Asıl en başta bunun için minettarım bu güzel iki insana. Arkadaşlığımdan, onlara olan sevgimden hep emin olmaları benim için öyle anlamlı ki... Bunu hangi atasözü, hangi özlü söz, hangi kelime açıklar, inanın bilmiyorum. 

"Ay gibi parlatan, Okyanus gibi derinlere daldıran"

Deniz ve Aysima'yı nasıl tasfirleyebilirim ki size? Şimdi denemeye çalışacağım:
Aysima hırçın ama tatlı, asi ama duygusal, durgun ama enerjisiyle insanı gülümseten, gülmeyi ve güldürmeyi seven bir kız. Öyle dobradır ki, bazen söylediklerinden sonra üç saniye donakalırsınız. Beni çok g*t etmişliği vardır, sevgiler hahaha. İçi karmaşalı ama dışı çok düzdür. Nettir. Çok grileri yoktur hayatta. Zor bir insandır ama emin olun, sevdiğinde, istediğinde kalbini, içini öyle güzel gösterir ki. Bazen saçını başını yolmak isteyip, bir yandan severken öldürmek istediğim bir insandır. Maskulendir. Kendine ait bir tarzı olan şu hayran olunacak kişilerden yani. Bazen "havalı, tikican kızlara benziyorsun" desem bile o kızlardan öyle çok farklıdır ki,.. Zeki, gözü açık ama kesinlikle çok iyi bir insan. Böyle gelgitli bir insanla nasıl arkadaşsın demeyin. Onu benim gözümden, tanıyın, seversiniz. Öyle çok seviyorum ki, saçını başını yolarken, en içten sevgimle yine saçlarını okşarım.
Deniz ise kırılgan, naif, kalbi saflıklarla sarılmış. Bir insana ikinci, hatta üçüncü sansı verecek kadar fedakar, merhametli, güçlü... Evet. Deniz çok güçlüdür. Seçim yapma şansı olmadığı şeyler yaşayıp, bir çok şeyle mücadele etmesine rağmen her zaman güçlüydü o. Örnek aldığımdı. Gurur duyduğumdu. Kendinden hiç bir şey eksiltmedi yıllardır biliyor musunuz? İlk gün tanıdığım o güçlü kız, şuan sadece büyümüş, olgunlaşmış ama özünden hiç bir şey kaybetmemiş biri. Korkuları vardır ama onlara teslim olmaz. Neşelidir. Çoğu zaman onu neşeli görürsünüz. Ve tabii ki o hapharika gülüşüyle. Öyle güzel güler ki, sevmeseniz de seversiniz. İçten, gerçek. Deniz çok gerçektir. Olduğu gibi, hatalarıyla, başarısıyla...
Bu hayatımdaki iki değerli insan çok gerçek. Hata yaparlar, ders çıkarırlar, severler, kızarlar, özlerler ve tüm bu duyguları öyle salt, gerçek yaşarlar ki, tüm duygularına ortak olmak istersiniz. Ben olmak istedim, oldum. Zerre pişman değilim. Ne kavgalarımızdan, ne hatalarımızdan. Bu günkü arkadaşlığımızı oluşturan her kavgamıza teşekkür ederim.
Ve minettarım beni böyle gerçek, çok gerek sevdikleri için. Çünkü gerçek sevgi, samanlıkta iğne aramak gibi. Ve ben ne olurlarsa olsunlar, ne seçerlerse seçsinler hep yanlarında kalmak isterim. Benim çocukluğum, umudum, kitap arasında bile saklamaya kıyamadığım canım dostlarım... Bana kattıkları her şey için teşekkür ederim onlara. Böyle sevilesi varlıklar oldukları için, onları bulduğum için de Tanrı'ya teşekkür ederim. Biz şanslı insanlarız. Mükemmel hayatımız yok, mükemmel dostluğumuzda yok fakat çok gerçek bir sevgi, çok derin bir dostluğumuz var. Geri götürün şöhreti. Hiç bir şöhret, böyle sevilmenin heyecanını yaşatamaz bana. 


"O hikaye bitmesin"


10 Nisan 2015 Cuma

Model trafiğinden çıkmak istiyorum, gelecek beni bekler.

Herkese yeniden merhaba! Gündüz kuşağı program sunucuları gibi bir giriş yapsam da bu günkü amacım sizlere şöyle 'herkese günaydın' tadında bir yazı yazmaktı. Fakat bu sabah'a aniden koyulan dramaturji dersim olunca, 'herkese günaydın'dan çok 'herkese tünaydın' yazısı oldu, o yüzden önce beni bi bağışlayın, sonra da yine sansasyonlu bir yazıyı okumak için hazırlanın. Ha, ama okuyacaksanız tabii, Yalnız bu yazım biraz cilt yazısı gibi olacak sanırım. O yüzden önceki yazım "Seray Sever mi bilmem ama Model pek bir dengesiz" yazımı okumanızı tavsiye ediyorum. Yazı'nın içeriğine rağmen, iğrenç bir espiriyle okuyucu baştan uzaklaştırmış olabilir miyim acabaa??? Oou, bu konuyu daha sonra düşünücem.

Konun özüne dönecek olursak efendim, 5 Nisan 2015 Pazar gününden beri, son yazdığım yazımla ilgili değişik bir mail trafiği yaşıyorum. Konuyu bilen bilir, bilmeyenler için söylüyorum; aman hiç bulaşmayın canlarım! Ihım-ıhım... Neyse. Model kim, ünlü mü, en son ne zaman görüştünüz, seni seviyor mu, seni s*.... Ops! Burdan da o maili atan arkadaşa terbiyemi ödünç veriyorum. Ama tabii her çeşit okuyucuyla karşılaşmak mümkün. Hele konu Model olunca... Model demişken, bu blogumun gözde adamı oldu birden yahu. Hatta kendimi pabucu dama atılmış bile hissettim yani. Modelle ilgili mailler, sorular bilmem neler falan filan. Oysaki bana en son karşılıksız aşklarla ilgili bir yazı istenildiğinde mail atılmıştı.-Bir buçuk sene önce- Böyle diyince yoğun istek gibi geliyor değil miiiiii, nerdeee sadece Ezgi'nin kişisel isteğiydi. 

Kime: bestetosuner@gmail.com
Kimden: Ezgi

Karşılıksız aşklarla ilgili bi yazı yazsana. Şimdiden teşekkür.


Bu kadar. Bu kadar uzun bir mail di. Ama Model'in sarışın mı, esmer mi -hatttta ve hattta- kumral mı olduğunu soran bir soru maili de aldım, vatana millete hayırlı olsun. Cümleten ben kaçtıııım. Evet, kaçtım yani cevap veremedim. Kala kaldım. Tam bir ifşa olmak durumu mod on yani. Ben şimdi sarışın desem, kumral desem bu boyunu soracak, kilosunu sorcak. O da yetmicek hangi ajansta olduğunu sorcak artık önünü arkasını alamicaz modelliğe başlama hikayesini, anasını-babasını, ayak numarasını sorucak benim de yazarlık hayatımın bitişine neden olucak. Allaaahııım, iyi ki ileriyi gören bir insanım da felaket gerçekleşmeden önüne geçtim, afferim bana.
Bu soruyu soranın bir kız olmasını ümit ediyorum ayrıca. Aksi durumda- hakkında bu kadar dedikodu döndüğünden haberi olamayan Model bey'in de hiç hoşuna gitmeyecektir. 

Diyorum ya şu blogu açtığımdan beri ilk defa bir yazıyla ilgili bu kadar çok mail aldım. Yorumları da es geçmiyorum. Bunda Model'in Model olması mı, yaşadığımız olayın entrika ve ihtirası mı (Brazilya dizisine çevirdim olayı iki dakika da- Alkış!!), iki kadın bir adam edebiyatı mı, yoksa ilk defa cinselliğin içinde harmanlandığı (hatta neredeyse öyle başladığı) bir olay olması mı etkili bilemiyorum. Benim yazmak konusunda yeteneğimden de olabilir. Evet, yazar bunda kendisiyle azcık övünmek istiyor. Benim de egom bu oluversin canım, çok mu?
Bir çok görüş ortaya atıldı Modelle ilgili. Benimle ilgili. Seray Sever ile ilgili. Topumuzla ilgili haha.


Yakında halkın sesi konuşacak. Model&Bessy'ciler, Model&Seray Sever'ciler olarak iki ana grupta inceleneceğiz neredeyse. Hukuk dersinde biz işleneceğiz, sosyoloji de ev partisi'nde üç bireysel eylem adında başlıklarla örnek gösterileceğiz, övüleceğiz, taşlanacağız, heykelimizi yapacaklar, kafamızı kıracaklar... Resmen bir fantastike öğelerle süslü bu örneklerimi asla ve asla, katti ama katiyen ciddiye almayınız. Alan biri olursa, derin bir nefes alıp sakinleşmesini söyleyeniz. Bu kamu spotu metnimi okumayı yarıda bırakan bir dünya insan toplarım valla buraya. Ya da yok be, ne toplucam... Şimdi onlar da Model aşağı, Model yukarı falan olurlar artık sizi müşteri temsilcisine aktarıyorum der çeker giderim arkadaş. Ben içimdekileri döküp, başka yazılarda görüşmek üzere olacağımızı düşünürken Model Of the Model sezon 1 izler gibi oluyorum. Ben hatırlamak istemiyorum, geldi geçti diyorum resmen bir buluş yaratılıyor Modelle ilgili. Model'in son sürümü gelecek yakında. 

Hayır normal okuyucularım'dan ziyade, kendi arkadaşlarım da böyle oldu. Bir oyuncu arkadaşım okumuş yazımı... O gece anında arayıverdi. Adama bak, Model'e iş teklif edecek edasında resmen. Allahım sen koru yarabbim. Resmen başıma bela aldım. YİNE. Ayrıca sadece oyuncu değil canım, sıradan bi kız arkadaşım da maydanozluk yaptı tabii.


+Bessy, şişt? Ne ayak kızım Model falan?
-Yok bi ayak ya.
+Sen Modeller'le mi takılıyosun?
-Takılıyorsun derken?
+Yani tanışmak, görüşmek falan.
-Tanıştım sadeceeee... (burda sanki yazıda her bi b*ku anlatmamışım gibi gayet cool olmaya çalışıyorum. gülelim mi?)
+Kim bu tanıyor muyum?
-Tanımazsın ya, nerden tanıcaksın. O seni tanımıyo. Görmemiştir televizyonda


Başka bir telefon görüşmesi...

+Rahibe hayatı yaşaya yaşaya ölceksin derken turnayı gözünden mi vurdun len?
-Düzgün konuş Kepçe!!
+Şaka şaka. Kızım bilirsin severim seni ama bu çocuk bu konumda, bu durumda kalbini düşünmek istemez bence. Düzenli seks hayatı... vahooov. Hatun'un performansı nasıl?
-BİLMİYORUM CANIM SEVİŞMEDİM! SEN KAPAR MISIN ARTIK ÇENENİ?
+Ya bakma bana.. Ştt yalnız bu çocuk seviyo olabilir. 
-Nerden çıkardın bunu?
-Amacı yatmak olan bir erkek seni kalabalığa çağırmaz ki kızım. 

Ve bir başka...

+Sen kaçınca, uzaklaştı bence. Dikkat çekmek için.
-Kaçtığı yerde kalsın zaten... bunu mu demek için aradın haha.
+Kaçtığı yerde kalsın dediğin herifi... Neyse tamam tamam sıkıştırmicam.
-Ne? Ya haha neden şıkışıcak mışım hem ben, gayet rahatım.
+Deli gibi özlemişsin sen bu herifi. Hatta bence sen Seray Sever'i de hala seviyorsun. Kabul etmesen de ikisine de değer veriyorsun. O yüzden bu kadar çıkmazdasın. 
-Çıkmazda falan değilim!!
+İnatlaşacak mıyız? Seni tanırım. Acı çekmemek için kaçıyorsun. Bencillik ama bu.
-Sen  kimin tarafındasın yeaaaa? (Allahım arkadaşlarım bir olmuş Model yüzünden üstüme çullanıyorlar resmen ya! Allah belanı vermesin Modelcim)
+Taraf tutulcak bir şey yok bitanem. İkisinden de vazgeçmişsin işte çok belli. Arkadaşını üzmemek adına Model'den, seni incittiği için arkadaşından, sana oyun oynadığını düşündüğün için Model'den vazgeçmişsin.
-Çok geçerli sebepler bence.
+Model gelse, çıksa karşına ne diceksin?
-Ne alaka şimdi?
+Diyelim ki geldi?
-Gitsin ya niye geliyo?

Ben devam ediyorum, gayet iyiyim. Güçlüyüm, güzelim, başarılıyım. Hayatımın içine edecek her hangi bir şeye yer yok artık. Asla yıkılmam, yılmam. Bile bile ateşe atmam kendimi. Yanarken, başkalarının yandığını izleyemem. Her şey unutulur. Unutulmaz denen şey koca bir yalandır zaten. Hissettirdiği şeyi asla unutmasan da olayı unutursun, kişiyi unutursun, günü unutursun, her şeyi unutursun... bu yeter. Kahvemin son yudumunu içtim az önce. Ilımış...




5 Nisan 2015 Pazar

Seray Sever mi bilmem ama Model pek bir dengesiz.




Bu aralar içimde çırpınan bir dünya şey var. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu çırpınışları aylardır anca fark edebildim. Ama insan bir çok farklı şeyle uğraşırken, içinde bulunduğu yoğunluktan ve tempodan tam olarak düşünemiyor bile. Ne kendisiyle ilgili, ne de başka olaylarla ilgili...
Yani ben de uzun bir süredir pek fazla düşünmemeyi tercih ettim sanırım. Odaklanmak istediğim tek şey, 27 Mart için hazırlandığım, deli gibi uykusuz kalıp- gece gündüz provalar'a gittiğim oyunlarımdı. Oyun günü geldi çattı, iki oyunda mükemmel geçti. Hah dedim, tam rahatlayacağım, yorgunluklar bitti derken tabii ki sahne çalışmaları yeniden başladı. Öte yandan ben de düşünmeye başladım; geçtiğimiz ay yaşadıklarımı. Bu seferki hikayem de sanırım baş rol ben değilim sevgili okuyucu. Garip olanı da baş rol falan olmayışı. Saçma, b*ktan ama etkileyici gibi. 

İşte olay artık düşünmem- bol buzlu bira'mı içtikten sonra, üstüne enginar yemeği yemek gibi bir şey yani. Bira'yı severim, enginar'ı da öyle. Amma ve lakin ikisi hiçte uyumlu değiller be arkadaş.
Enginar bensem, bira da Model dir, net. Model, ben ve  Seray Sever. Siz şimdi neden bahsettiğimi anlamadınız tabii. Konuyu en başa sarmak gerekirse; bu saydığım üç şahısta, kendi halinde insanlardır. Hmmm bir saniye, kendi halinde olma durumunu iyice düşünmem gerekiyor burada.
Her neyse... Esmer, uzun saçlı, yirmi birlerinde hayatı yaşamayı seven, deli dolu bir arkadaşımdı Seray Sever. Böyle diyorum çünkü ona benziyor, n'apayım. Başka rumuzum da kalmadı, evet.
Model'se model yani. Başta ultra piç, mükemmel gülüşüne aldanıp sevişirken ağlatan cinsten... Hayır, hayır... benimle sevişmedi. İşin doğrusu onunla sevişmedim. Ama o özgüveni öyle gibi geldi bana. Muhtemel olarak en net hatırladığım şu diyalog zaten:

-Meraba, Bessy ben. 

Elimi uzattım, yüzümde o sevecen gülüş. Sevecenlik yapan sevmelerim batsın, gördüm sevecenliği. Neyse spoiler yok!

+ Meraba ben Model. 

Elimi sıktı ama sesi yatak odasına kaçtı, anında. O kısık ses... o kısık gözler... Ne yani arkadaşım fashion tv'de miyiz? Ha doğru sen ordasın tabii.
Seray Sever'in beni gelmem için bir hafta boyunca ikna  ettiği ev partisi, asıl şimdi başlamışta haberim yokmuş. Parti de Seray Sever'in arkadaşlarından Makyöz'le sanat muhabbetleri yapıyoruz. Makyöz, otuzlu yaşlarında, söylenenin aksine ruhu genç deli dolu bir kızdı bana göre. Hatta kız diyorum ki, bence içinde hala heyecanlı bir genç kız var. Pek de iyi anlaştık biz Makyözle. E ben oyuncu, o set makyözü.. ortaya ne muhabbetler çıktı. Kıvanç'ın ilk dizi yıllarındaki anılarına kadar bir dünya konuşuyoruz...

Model arada mutfağa gelip gidiyor ama ikimizde neden gelip gittiğini pek anlamıyoruz açıkçası. Sonra geçmiş zaman Model benim sözümün arasına dank diyerekten girip, soru soruverdi. Ne soruyu, ne konuyu hatırlamıyorum. Ama hatırladığım şey o yatak odası sesiyle sormayışıydı.
O andan itibaren, balkon grubu da bizim masaya katılıyor falan kısa sürece hepimiz kaynaşıp samimi oluyoruz. Görseeeenn... kırk yıllık dost! Bilmediğim şeyse Model ve Seray Sever arasında yüksek gerilim hattı oluşu. Ben tuvalette ikisini bulup, nasıl da gayet normalce "N'oldu be?" diye güldüm onu bilmiyorum. Anlamadım tabii. Köşeli biraz. Ama o yüksek gerilim hattı bana da sıçradı anasını satayım. Ne bulaşıyorsunuz yahu bana? Ne güzel içkimi içip, muhabbetimi ediyorum. Sarhoş falan da olmadım, o potansiyel falan da yok. Yok illa bir yerde bela alacağım ama başıma! işim bu! Yüksek gerilim hattı, Yüksek Model hattı oldu bir kaç saat sonra...
Model'e anın tadını çıkaran piç etiketini yapıştırıp hiç bir şey olmamış gibi davrandım. Onunda canına minnetti. Hala ufacık poposunu yaymış bar sandalyesine "Gel beraber oturalım" deyip duruyordu. Hey Allahım...

Bir gece'nin şoku oyken, bir de Seray Sever'in milletin içinde "Bessy gerçekte böyle biri değil ki. Rol yapıyor size deyişi eklendi.
Tövbest dedim geçtim içimden. Ne rolü yani? Ortam'dan ortama fark var. İnsan olan insanlarla keyiflenirsin de... geçen seferki Sırık olayın da mutluluktan uçmamı mı düşünüyordu acaba? O sırık olayı da çok karmaşık zaten. Hayatımda tanıdığım en boş erkekle, Seray Sever'in sayesinde tanışmış oldum. Ona da Seray Sever'i tanımak yeterli gelmemişti her halde. Bana o geceden hatıra Seray Sever'in sol elime bıraktığı bir sigara izi oldu, o kadar. Kendimce festival de eğlendim. Ama tek başıma eğlendim diye adım "garip bi kız" olmuş, o ayrı. Elimin acısını bile daha çok önemsedim ben. Bence bir kamu spotu olmalı yiyişirken fazla mutluluktan kaçının diye.

Seray Sever'in evindeki parti gittikçe hafifledi falan ama herkes halinden memnun. Seray Sever'e evde eğlence yetmedi, gitti o bilmem ne kulube. O kulüpteyken de şunları öğrendim.



1. Model acılı bir çocuktu.
2. Kesinlikle ve kesinlikle "merhametli bir insan"dı.
3. Şuan hayatın tadını çıkarmayı, orta yaşlarında ise ölmeyi düşünüyordu.
4. "Onunla sevişmişsin, bununla sevişmişsin. Bunlar gelip geçici" diye bir düşüncesi vardı.
5. İdealistti ama ne yazık ki tam olarak yolunu bilmiyordu.
6. Çok özgüvenli görünüp, içinde cesaret etmekten korktuğu şeyler vardı.
7. Kendisine saygısı yoktu.

-Benim Seray Sever'a saygım var, sana saygım var, burdaki herkese saygım var.... O yüzden olmaz.
+ (Derin bir iç çekiş, hüzünlenme) Benim kendime saygım var mı ki?

Beni Model'le ilgili en çok yaralayan şey buydu aslında. Bunu söyleyebilecek kadar uzaklaşmıştı kendinden. Bunu bana söylemişti. Suçlu hissettim kendimi bi an. Benim lafım mı onu kötü hiseettirmişti acaba? Gururunu mu kırmıştı? Çok abartıyor muydum? Belki evet, ama ince düşünmediğim bir an olsa zaten bu kadar yara almazdım her halde. O an belki kırılan gururunu tamir etmek amacıyla dudaklarına küçük bir buse kondurabilirdim. Seray Sever'i umursamadan... Çünkü beni odasından kovan çok sevgili arkadaşım daha sonra beni küçük düşürmek için planlar yapacaktı. Ama ben yapmadım. Onun yerine Model'in saçlarını okşadım, yüzünü okşadım, kirpiklerini okşadım.... Aradığı meme değildi, aradığı çıplak kalçalar değildi. İçini görmüştüm o an. Masum bir an yakalamıştım. Ama Model şuan aradığının meme olduğunu düşünüyor, o ayrı. Fakat ben artık insanların oldukları kişiden kaçıp, olmak istedikleri insan gibi davranmalarına alıştım. Benim onların içlerini görüyor olmam koca bir saçmalık. Bir insan kendi içini göremiyor ve bundan kaçıyorsa, elimden "saygılar" deyip çekilmekten başka bir şey gelmez. Biliyorum aksi en çok beni yaralar. Hayatta bazı kayıplar belki de güzel kazançlar yaratır. Tamam belki yaratmaz. Ama ya yaratırsa? Umut ediyoruz işte. Elimizden başka ne gelir ki güzel okuyucu?
Model'in alnındaki Harry Potter çizgisine dokunmuştum. Baklavalarına dokunmaktan önemliydi benim için. Elini tutmak, o desteği öyle göstermek penisini tutmaktan önemliydi mesela. Kirpiklerini okşadım. Ne anlam yüklenirdi buna bilmiyorum. Bir anne, bir arkadaş, bir eş, bir sevgili? Bana göre çok değer vermekti. Evet, sekiz dokuz saate kadar hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım, iki, üç saat öncesine kadar zengin piçi dediğim çocuğa kendini, hayatını, düşüncelerini anlattığında, gözlerini gördükten sonra çok değer vermiştim.
Bunun sonucu asla hesaplanmayacak şekilde bitmişti. Bitmiş miydi?
O gece hiç uyuyamadım, Sabah Model en model haliyle karşıma çıktı. Bana bakmıyordu, ben ona bakmıyorken bana baktığını öğrendiğimde "yandık" dedim.
Sonrasında arayıp sormamalar ve birden mesaj atmalar, yardım istemeler, destek olmalar ama olamamalar. Dengesiz, hoyrat, hırçın ama sevecen bir taraf vardı Model'de. Bana o konuşma'dan sonra sevecen ve sonrasında çoğunlukla hırçındı. Emir verir, saçma sapan kız muhabbetleri yapar ve sonra özür dilerdi. Bir kaç ay önce beni zar zor Cihangir'e çağırdı. İçimdeki öfkeyi kusmaya gitmiştim. Kendimi bu kadar değersiz hissettiren o hakaretlerin nedenini öğrenmeye...

Cihangir meydan da bekliyorum. Hava soğuk. İki saat önce Pendik'ten gelmenin yorgunluğu... Yüzüm de belli belirsiz bir makyaj. Soğuktan yanaklarım pembeleşmiş, dudağıma sürdüğüm renksiz bir nemlendirici. Saçlar her zaman ki gibi salık, dalgalı. Yine telefon sesi. Açtım. Onuncu defa nerdesin diyor. Vapura bindiğimden beri on defa aramıştır. Karşıdan Model görünüverdi. Yine upuzun ve ince. Deri ceket giymiş ama en değişiği yüzündeki o mutluluktan uçacak çoçuksu gülümseme. Aylardır benimle sevişememenin tutkusunu, hırsını yaşadığını düşündüğüm çocuk koşa koşa bana doğru geldi. Kollarını açtı. Sanki beni sadece bir gece görmedi, her gece görüyor ama kırk gece görmemiş gibi.

+TAM BİR BELASIN BİLİYORSUN DEĞİL Mİ?

TAAAK! Her herhalde film olsa böyle bir efekt koyardı yönetmen. Model deli gibi sarılmaya başladı bana. Ama kaburgalarım kırılacak, nefes alamıyorum resmen. O cüsse ve boyla bana sarılınca ufacık kaldım kollarının arasında. Öyle ki dengesini de kaybediyor salak, sağa sola yalpalanıyoruz resmen. Düştük düşücez. Bizi görenler ne pis gülmüşlerdir var yaaa. Kız zaten adamdan görünmüyor. Cihangir'in göbeğinde sağa sola sallanıp, parmak uçlarında ayakta durmaya çalışan iki asalak tip. Tam capslik. Hayır model adam, yürümeyi bile benden güzel yapar gerçi...

-Ya bırak. N'apıyosun. Ya uuf...




Ben kurtulmaya çalıştıkça o daha da sardı sarmaladı. Hayatımda bana sarılan ilk erkek olarak da krolonojime geçti Model efendi. Ama kabul etmek gerek güzel sarıldı. Nefes almama izin vermedi gerçi. Hoyrat işte, hırçın severken de öyle. Ne saçmalıksa bana sarılırken yine o cümlelerini düşündüm... "benim kendime saygım var mı ki" Bekledim bi süre. Sarılmadım, sarılamadım... Bırak diyordum sadece. N'olur bırak Model. Her şeyi niye zorlaştırıyorsun anasını satayım!! Tatlı bela falan da değilsin, en acılı lahmacun halt etmiş yanında.

+Bırakmam. Özledim!

İyi b*k yedin! İşleri arapsaçı yapmayı pek bir seviyorsun zaten!

+Sarıııl sendeee.
-Ne sarılcam be!

Benim her bir cümlem de daha da sarıldı. Sanki hiç bırakmayacak gibi. Ama sadece "gibi". Öyle sarıldı ki kalbinin ritmini hissettim. O an ellerim yavaşça sırtına gitti. N'olcaksa olsundu artık düşüncem. Sarıldım. Onun kadar sıkı değil ama yine de zoraki değildi.
Bir iki dakika sarılmıştır herhalde. Sonra boynuma sokuldu. Kaçındım, huysuzlaştım. Saçlarımı kokladı. Boynumu öpmek ister gibi saçlarımdan öptü. Dudağı kulağıma yakındı. Huylandım, içim titredi.
Ayrıldığımızda Model bir ilginç geldi gözüme. Ağzımı yüzümü sıkıp seviyordu beni, iki de bir özledim diyordu. N'oluyoruz ya diyordum içimden. Bu adam maksuz mu yapıyor bunları? Beni mi sınıyor nedir.

Ben arkadaşlarıyla Cihangir de bir mekanda olduğunu düşünürken, beynimden aşağı kaynar suları döken cümle çok rahatça çıkıverdi Model'in ağzından. Sanki o aptaldı da, o parti gecesinden sonra Seray Sever'in bana gıcık olduğunu, aramızın açık olduğunu bilmiyordu. Ben Seray Sever'i ondan daha çok tanıyordum... Çok güzel salağa yatmıştı Model. Tam bir oyuncuydu yani.

-Nerde bu mekan?
+Mekan değil ya, ev.
-Kimin evi ki?
+Bessy iyi misin, kimin evi olabilir. Seray Sever'in evi işte.

Seray Sever'in evi kadar taş düşsün başına. Beni görmek uğruna, en b*ktan geceyi yaşattın bana ve herkese.

LahmacunÜstüNot: Birde beyfendi'nin çok sevgili arkadaşıyla uğraşmıştım tüm gece. Adam ayak üstü hamile bırakma potansiyeline sahipti. Ayakta da değildim, gerisini siz düşünün. İlk defa hayatımda "o son rakıyı içmeyecektim" dedim yeminle. Küçücük oda da kovalamaca oynadık resmen. Adam ne hayırdan, ne uykum var'dan anladı. Hayır yani tüm gece Seray Sever'in soğuk, samimiyetsiz ve alaycı tavırlarını çekmişim, yetmemiş çocukça laf sokan, gitmem için elinden geleni yapan- o gece ortak, o gece'den sonra sadece Seray Sever'in arkadaşı olan Bilmiş'le uğraşmışım... He yaaa, ben neden o gece "hadi size doyum olmuyor, ben artık kaçayım" deyip çıkmadım ki o evden? En kötü sahilde boş boş oturur, ama tedirgin olmazdım.  Zaten Seray Sever Bilmiş'e beni çok güzel anlatmış, hayırlısı canım ya. Ben bile kadınlar'dan korkuyorum yahu, erkekler nasıl korkmasın? Adamlar haklı. Model'in arkadaşı, garibim olanlardan habersiz... Genele bakacak olursak hepimiz olanlardan habersiz gibiydik zaten. "Dallas Plus Ultra Cihangir Style" Ohhh babyy!

Model'i asla affetmicem ve ona çok teşekkür ederim. Beni o eve götürmesi;

1. O gece ki Bessy'e rağmen pantolonunu çıkaran arkadaşını tanımama,
2. Sevgilisi'nin gerçek yüzünü, mükemmel arkadaşlığını, bir erkek uğruna beni nasıl güzel sildiğini görmem'e

neden oldu. Model beni iyi ki o eve götürdü ve keşke o eve götürmeseydi. Kendimi hem çok şanslı, hem de çok iğrenç hissemiştim. Değer verdiğim adamın arkadaşı pantolonunu çıkarıp saçlarımı okşuyor ve dostum sandığım kız bana bir yabancı gibi davranıp, öfkesini relax olmaya çalışır gibi gösteriyor.... Öfkesinde bile yapmacıktı. Keşke o gece ağzıma s*çsaydı. Keşke "defol git evimden" deseydi. Keşke beni engellemeden önce öfkesini kussaydı. Bu kadar kötü olmazdı hiç bir şey.

Bundan sonraki hikaye aslında bitişe yaklaşıyordu. Hikaye hep bittiği sandığım anda devam etti, geçenler de yeniden devam etti ama artık devam etsin istemiyordum. Dedim ya bira güzel, enginar güzel ama eksikler. Bira var, enginar var, ama tuzlu fıstıkta var. Ve bira tuzlu fıstığı seçer. Olması gereken bira ve tuzlu fıstık ikilisidir. Enginar kendine ekmek bulmalı ya da tek takılmalıdır.