31 Ağustos 2013 Cumartesi

Falımda çıkan zeki, yetenekli ve kendine güvenen adam, nerdesin hemen geliyorum.

Her kızın içinde "fala inanmam da, falsız da kalmam" politikası vardır her halde. O kızların içinde ben de varım. Bu yüzden dün gece Y, "hadi sana tarot bakayım" dedi. Gözlerim parladı yemin ederim. Geleceği Tanrı'dan başkasının bilemeyeceğini bilsem de, böyle çıkan şeyler tuttuğunda falan gayet hoşuma giden bir durum oluyor yani. "Ay süper, hadi hadi çabuk bak madem" dedim. Bekliyorum böyle görücüye çıkacak heyecanlı kız edasıyla. Saydı, sıraladı bir çok şey. Şansıma da çok güzel şeyler çıktı. Geleceğim parlak, başarı, takdir edilmek falan... O sayıyor, ben sevkten dört köşe oluyorum, bildiğin.
Sonra aşk'a geldi. Aha dedim, kesin burda b*k'a doğru gidecek fal. Yok yani, iyi şeyler çıkması muhtemel bile değil. Öyle şeyler anlattı ki, aha laneti kırdım mı len acaba?
Kalbimi sesini dinleyecek mişim de, büyük bir aşk yaşayacak mışım da, zeki, kendine güvenen, yaratıcı, kişiliği olan bi adam olacak mış. Eklemeyi de unutmadı: nazik ama aynı zamanda sert bir adam. 'İş adamı, sanayici, yönetici ,banker, mülk sahibi' Fazla konuşmayı sevmeyen, oturaklı bir adam mış. Allahım, bu adam gerçekten karşıma çıkacaksa şimdi, şu dakika da bile çıkabilir yani, sorun yok. Nazik ama aynı zamanda sert olması gayet hoş bir özellik. Sert adam iyidir, adamdır yani. En azından genel olarak benim düşüncem bu. Zeki olması zaten en önemli özelliklerinden. Salak, kafası boşa çalışan bir adamla zaten zaman mı geçer, nasıl bir şeyler paylaşacaksın o adamla. 



Böyle de bir şey var yani. Ben o kadar kendimi geliştirmeye devam eden, sürekli bir şeyler öğrenmeye çalışan bir yapıdayım, sevgilim hayatı hep lay lay lom'a alıp, saçma sapan bir adam olacak ha? Allah yazdıysa bozsun. Allah beni öyle bir adama aşık etmez inşallah. Yalnız dikkatimi çeken kısmı; iş adamı, banker, mülk sahibi ne ya? On sekizlerim de gencecik bir hatunum, aşık olacağım adam aramızda yaş farkı olan, olgun bir adam mı olacak? Yani aşık olduğum diyorum, çünkü aşık olmadığım bir adamla sevgili olmam çok zor. Aslında olgun bir adamla bir ilişki yaşamak yaşıtlarından farklı olabilir. Daha tecrübeli, daha bilgili, sana katacağı şeyler daha çok, farklı olur sonuçta. Yeri gelir, yönlendirir, adam akıllı ciddi bir ilişkin olur. On yedi, on sekiz yaşlarındaki erkeklerin ergen tavırları olmayabilir. Bu da aslına bakarsan gayet hoş bir durum. Tamam, olgun adamla da yeri gelir saçmalar, çocuklaşırsın ama en azından özünde olgun bir ilişkiniz olur. Olgun adam dan kastım da kırk, elli yaşındaki adamlar değil tabii ki. En azından Yirmilerinde, yirmilerinin ortası iyidir.

Bu zamana kadar aşktan bahtım karardı karardı, şimdi gençliğimin baharında bu özelliklerde düzgün bir adam çıkarsa karşıma bu hayatın bana "işte senin kaderindeki adam bu. O yüzden o öküzlerle olmadı kızım" deme hali sanırım.


 Falımda çıkan adam sen değilsen,o adam gelecekse hemen gelsin bence. Hem çok hoş gelsin... Öyle bir hoş gelsin ki gitmeyeceğine kalbimin attığına emin olduğum kadar inanayım, öyle sevsin beni.

8 Ağustos 2013 Perşembe

Temizlik imandan, temizlemek B'den gelir

Ne kadar da bana bayram gibi gelmese de 'bu gün bayram'. -Bu arada hepinizin bayramını kutluyorum- Bana bayram gibi gelmedi, çünkü kimseyle bayramlaşamadım, ailemden kilometrelerce uzaktayım ve tüm gün sabah yedi'den, akşam sekize kadar çalışıyorum. Provalar hızla, hatta çok daha hızlı devam ederken Tiyatronun tüm işlerine bayram süresince ben bakıcam.
♡Çünkü N abi tatile gitti. Bir tek o mu, İ'de tatile gitti. Adam, Facebook durumunu "Bodrum, Bodrumss" yazacak kadar kendinden geçmiş. O deniz senin, bu deniz benim. Şu şezlongu ben kaparım, bu barda ben çoşarım misali Bodrum'lar da gençliğine gençlik katıyor.
Diğer, İ'den zaten Allah haberdar sadece. Kızımızın yüzünü gören cennetlik zaten. Eeee, B ne yapsın? Ben ne yapayım? Tatilim yok, İstanbul da 'yandı bitti kül oldu' edasıyla takılıyorum, "acıyın lan bu kıza!" sesleriniz kulağımda. Madem tatil yok, deniz yok, güneş istemediğin kadar var... bu kız da bayram temizliği yapsın o zaman! Az önce bana bayram gibi gelmiyor diyordum ama bu sıcakta bayram temizliği yapacak kadar da işin ciddiyetindeyim yani, yanlış olmasın. Temizliği yapmam gereken tek mekan Tiyatromuz bu aralar. Sağ olsun bizim arkadaş tayfası öğrenci bekar evine çevirdi resmen. Her yerde ağzına kadar dolan kül tablaları -yerlerde bile küller var, o kadar dolmuş, taşmış- soda şişeleri....
Amaaan, valla sayamıcam. Bu iş böyle gitmez B, hadi kızım sen yine bir el at kurtar şu durumu, milletin hayatını kurtaracaksın, dedim giriştim temizliğe. Aldım elime o efsane sarı bezi ve fısfıslı deterjanı, önce masalardan başladım. Birde Zaz'dan Les Passants açtım, son ses dinlerken yerleri silmeye başladım. Aslında içinde piştiğim pantolonumla temizlik yapmayı hiç istemezdim ama, başka seçenek yoktu. Temizlikte giyilecek kıyafet bellidir aslında: klorak lekesi olmuş bir tişört, ve aynı şekilde eskimiş, lekeli bir şort. Başına da bir tane temizlikçi teyzelerinkinden olan özellikle kırmızı bir kumaş bağla, tamamdır.

Sen bir liselisin, ev hanımı değil. Sakın ama sakın ha temizlik yapma!

Gerçi ben lise'de yurtta kalırken, temizlik yapıyordum. Ama ne yapmak. Sanırsın, evliyim, üç çocuğum var ve resmen tüm gün ev de oturan bir ev hanımıyım. Bir gün doldururdum kovaya suyu, bir kapak deterjanı taş yerleri bir güzel viledaladım. Tabii müziğim yine açık. Saçlarım ev topuzu, meşhur kırmızı üstünde beyaz puantiyeleri olan bandana mı taktım, Amerika'nın altmışlı yıllardaki temizlikçileri gibi yapıyorum temizliğimi. O zamanlar da mevsim, "ben yaz. Bak yoldayım, geliyorum ha, kaldırın kışlıkları". Öyle bir sıcak var yani. Bende bu sıcakta giydim kısa, penye bir elbise. Dışarı çıkacak olsam yüzüne bakmayacağım elbise, o temizlik anında hayatımı kurtardı yemin ederim. Tiril tiril, rahat rahat temizliğimi yapıyorum. 
Kaptırdım ben kendimi, dolapları falan siliyorum, şarkı listesi başa dönmeye hazırlanıyor, sen düşün artık kendimi nasıl kaptırdığımı. Sen kim, temizlik yapmak kim be B? Ulan onu bile elime yüzüme bulaştırdım. Havaya girmişim, temizliğimi yapıyorum ne güzel. Yerleri viledalarken, bir yandan da şarkıda dans ediyorum, söylüyorum. Tam filmlik bir kare yaşıyorum yani o an. Yaşamaz olaydım. Müziğin sesini çok açmanın bir dezavantajı da varmış, dedim o an içimden. Kapının açılma sesini duyamayacak kadar temizlik yapmaya translanmış ben, odama gelen ve bir dakikadır benim viledalarken yaptığım kalçalı danslarımı izleyen iki müfettiş, üç öğretmen ve bir müdür olan altı normal insanı ani bir reflekse arkama dönünce anladım. Ödüm nereye kaçmıştı o an?, öd denen şey gerçek miydi, kafamda deli sorular vardı yemin ederim. Çok klorak beyin hücrelerim öldürdü de, ben kokain çekmişler gibi hayalde miydim, temizlik yaparken uyuya kaldım da bu bir rüya mıydı bilemedim o an, bilmekte istemedim. Keşke camlara da girişseydim, de aşağı düşüp bu anı hiç yaşamamış olsaydım. 
Bıyıklı amcalar fal taşı gibi açmış gözleriyle bana bakarken, çok sevgili Edebiyat hocası kesin o an "Beste'nin bilinmeyen yüzünü görmek bu güne kısmetmiş" diye geçirmiştir içinden. Üstümdeki paçavra penye elbiseyi mi ellerimle kapatmaya çalışayım, yere dökülen deterjanlı su olmuş çıplak ayaklarımı mı gizleyeyim karar vermek Var mısın, Yok musun da Hamdi Bey'le konuşmak gibiydi.
Aha kesin okuldan atılıyorum. Ulan Beste, dört yıl bir arza olmadı, son seneye gelmişsin gider ayak okuldan atılcaksın. Hem aşkta, hem okul da kaybediyorsun, bu kadar da bahtın kara işte. Allah'ım şimdi okuldan atılınca tüm gün evde pinekleyen, on dokuzunda da evlenen işsiz güçsüz kadınlar gibi mi olucam, bu muydu alın yazım?

-Kızım bölmüyoruz dur inşallah?

Böldün valla amca. Hatta sizin yaptığınıza direk basmak, haneye tecavüz, özel mülke izinsiz girmek falan denir yani. İnsan kapı çalar. Belki çaldınız evet, belki çok çaldınız evet, ama ben duymadım işte Allah Allah.
Okuldan atılcam kesin, hatta sürgün etmelerini bile beklerim. Artık benden sonra odalara zil yaparlar da, okulun efsane hikayesi olurum. "Bir salak Beste vardı, çılgınlar gibi, çıldırarak temizlik yaparken müfettişlere hocalara yakalanıp, kendini, yetmiyo gibi okulu, hocaları rezil etti. Şimdi de evlendi, üç çocuğu, bir alkolik kocası var, hala daha da her gün temizlik yapar. O zamandan belliymiş işte..." 
Ay hayır, hayır yani, bu hikayeye asla izin veremem. Ayda yılda bir temizlik yaptım, keşke pisliğin içinde yaşayan pasaklı bir liseli olarak devam etseydim hayatıma.

-Ay kusura bakmayın, odanın güzel bir temizliğe ihtiyacı vardı. Havalar da güzelken yapayım dedim.
-Anlıyoruz...

B*k anlıyorsun. Nesine anlıyorsun be. Sen temizlik yapmak ne demek bilir misin ki bey Amca? Evini temizleyen, yemeğini, ütü'nü yapan, bulaşığını yıkayan bir karın var. O temizliyor evi, sanki sen cd'ye Zeki Müren koyup, elinde vileda oda, oda temizlik yapıyorsun. Anlıyormuş. Anlasan sende karınla birlikte temizlik yaparsın be! Kızım B, sakin ol. Şimdi kadın-erkek eşitliği/eşitsizliği'ne girecek durumda değilsin. Atıldın, atılcan lan. Baktım bizim Edebiyat hocasının tek kaşı kalkık, tamam, dedim affım falan yok. O şeker gibi, hiç bir şeye sinirlenmeyen adamın o anki yüz ifadesini bile anlamak için mimik uzmanları ayrı araştırmalar yaparlardı.

-Neyse biz diğer odalara bakalım da o sırada, sen de hazırla buraları.

Sanki yatılıya gelicek. Tamam, dedim bir güzel ayrıldım o müzikle bütünleştiğim temizlik dünyamdan. Senin de ev hanımlığın buraya kadarmış B, dedim içimden. Döktüm suyu, paçavra olmuş, rezil rüsva penye elbiseyi çıkarıp, giydim diz izi olan bir eşofman. Okuldan da atılmadım şükür. Ama o günden sonra Hediye teyze bana ne vileda verdi, ne bez. Kaderime razı oldum, ev hanımlığını bırakıp liseli olmanIn son aylarını yaşayan genç kız olmaya devam ettim. Bir de bir şey fark ettim: benden iyi ev hanımı olur ama eskiden dansçı olan bir ev hanımı olur. Şayet dans ederken yerleri doğru düzgün silemediğimi fark ettim. Bazı yerleri silinmiş parlıyor, bazı yerleri kupkuru, leş gibi. Kahretsin, kaldı işte tozlar! Hep sizin yüzünüzden müfettiş amcalar! Böyle de suçu size atarım işte, oh olsun.


İlerde, hatta çooook ilerde ki müstakbel kocama bu anımı anlatmayı asla planlamıyorum. 
Adam beni almaktan vazgeçer yemin ederim. 

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Sanki sigarayı bedenimde söndürüyorlardı. Öyle bir acıydı işte yaşadığım

Yıllarca süren ilişkilerin bitişleri çok b*ktan olur. Onca sene birlikte olduğun, birlikte güldüğün, birlikte ağladığın, birlikte saçmaladığın, her bir b*kunu bildiğin ve senin de her b*kunu bilen kadın/adam'dan ayrıldığın anda böyle İstanbul boğazından atlamaya kalkışmışsın da atlayamıyorsun gibi saçma sapan bir boşluk yaşarsın. Ya da ne bileyim bir romantik komedi filminden çıkmışsın da rol arkadaşın birden ortadan kaybolmuş ve sen aniden bir dram filmine tek başına geçiş yapmışsın gibi. Baksana ben de nasıl tasvirler yapıyorum ayrılıkla ilgili. Bir gün uzun soluklu bir ilişkiden çıkarsan bana gelebilirsin yani. Melankolik, garip ama şefkatli ve anlayışlı bir Güzin abla edasıyla, sen böyle sigaranı tüttürüp, yarım yamalak aldığın nefeslerle "Çok sevdim be. Hayatımı s*kti ama çok sevdim" derken ben de oturur dinlerim seni. 
Untitled | via Tumblr
Yeri gelmişken şu uzun soluklu ilişkilerin parantezini açmak gerek, değil mi ama?
•Ortak zevklerinin olduğu...
•Bir birinize anlayışlı olduğunuz...
•Sorumluluklarınızın olduğu ve bu sorumluluklarınızın farkında olduğunuz...
•Birlikte bir şeyler paylaştığın ve yeri gelip tartışabildiğin, yeri gelip sohbet edip fikir alışverişinde bulunduğun...
•Ortak çevrenizin olduğu... 
•Ortak arkadaşlarınızın olduğu...
•İkinizin de kendisine özel bir hayatı olduğunun farkında olup, saygı duymak ama bu hayatın içinde birlikte olmayı da başarabilmek...
*En önemlisi de güvendiğin ve aşık olduğun gayet iyi giden bir ilişki.
İşte tüm bu maddeleri barındıran bir ilişkin gün gelip bitiyor ve sende sokakta kalmış bir kedi yavrusu gibi bir yalnızlık yaşıyorsun. "Ulan biz ne kadar mükemmeldik" diye düşünüyorsun, ağlıyorsun, zırlıyorsun, içiyorsun- s*çıyorsun. Gerçi bunun öncesinde bir şoka giriyorsun, başta hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam edip arkadaşlarınla gülüp eğleniyorsun, zaman nasıl geçiyor anlamıyorsun. Hele de yoğun bir insansan ohooo aklına bile gelmiyor belki de. Ama sonra ayrılık 'dank!' edince affedersin ama  g*te geliyorsun, farkında değilsin. İşte o dank etme sendromundan sonra ayrı ayrı sendromlar yaşıyorsun. Boşluk: başkalarıyla mutlu olma arayışı. Zaten uzun süre birlikte olduğun insana kendini ait hissedersin. Ona mecbursun gibi, onsuz nefes alamayacak gibi. Biterse, ölürsün gibi hissedersin. Kabız olmak gibi bir şeydir ayrılıkta yaşadığın. İçinde çok şey vardır, bunlar canını acıtır ama atamazsın bir türlü, kurtulamazsın. B*k gibi bir histir anlayacağın, tarifi yok.

Farkılı bakış açıları:
Yemek yaptığım bir adamı asla unutmam

yay ^_^ | via FacebookBenlik bir durum yokken orta da, hemen not geçmek istiyorum; Bir çok insanın, söylenenin aksine -özellikle de kızların- yemeği sevdiğini biliyorum. Yahu ne kadar da "ben diyetteyim, yok yemem" deseler de yemeği sevdiklerini değiştirmez bu durum yani. Nereden mi biliyorum, çünkü ben de şuan öyleyim. Neyse. Yemeği seven bireyler olarak -kaldı ki Türk insanı zaten boğaza düşkündür- bu yeme hali hayatımızın içine de işledi aslında, farkında değiliz. Bu yüzden ki sevdiğinle birlikte bir şeyler paylaşmak, oturup sohbet etmek, güzel anlar yaşamak dışında aslında sevdiğinle birlikte bir şeyler yemek kısmı da dikkate alınmalı. Hatta ki 'sevdiğinle yemek yapmak' kısmı. Yemeği seviyorum, yemek yapmayı seviyorum, bir de sevdiğim bir adam var... Eee, neden birlikte yemek yapmayayım ki? Yeme de, yanında yat, denir bu işe. Bunu hiç bir zaman inkar etmemişimdir: Yemeği seven bir insanım. Her tadı da tatmak isterim, her yemeği de yapmak isterim, o ayrı. (Laf arasında ben de gayet güzel yemek yaparım. Özellikle ekşiler ve mezeler kategorisinde oldukça iyiyimdir) Düşünsene sevgilinle birlikte mis kokulu kekler, sıcacık çikolatalı kurabiyeler pişiriyorsun. Sen süt, un ve yumurta malzemelerini hazırlıyorsun, sevdiğin adam bunları çırpıyor, sen de diğer malzemeleri hazırlıyorsun. Sonra pişiriyorsunuz ve onlar pişerken kokulusundan bir çay içip hoş bir sohbete oturuyorsunuz ve kekler, kurabiyeler piştiğinde bir birinize tatlı ve anlamlı bakışlarla gülümseyip afiyetle yiyorsunuz. Sizin eseriniz... Bebek gibi. Tamam, bebek biraz saçma, hatta çok saçma bir örnekti ama birlikte yaptığınız, ve bu sırada beraber paylaştığınız bir şey var sonuçta ortada. 
Şahsen sevdiğim ve birlikte bir şeyler yaptığım adamı -hele ki yemek yaptığım adamı- unutmam biraz zor görünüyor. Kim unutur ki, değil mi ama?


Bitti ya, "ben özgürüm artık" dedim. "Hafifledim, huzura kavuştum" dedim. Sonra bir sigara yaktım ve dedim ki; "Nerdesin? B*k gibiyim ben. Başka adamlar istiyor beni, mutlu ediyorlar da aslında... Ama hiç biri senin gibi değil. Olmuyor. Olur mu peki? Olmasın da. Bak kendimle kavga ediyorum yine. Nasıl alışcam, nasıl unutcam, nasıl devam edicem hayatıma. Senin içinde olduğun, sonra çıktığın hayatıma? Sensiz, bizsiz. Çok b*ktan bir şey yaşıyorum, yaşıyor muşum da anca fark ettim. Sende bu b*ktanlığı yaşıyor musun? Yaşa zaten. Biz her şeyi birlikte yapardık. Ayrılığı da birlikte yaşıcaz, o kadar! Ben anlamam, sende acı çek, kabız olmuşsun gibi acısın canın"

6 Ağustos 2013 Salı

Bir kutu çikolata ve aşk acısı muhabbeti



Geçenlerde arkadaşım İ'den bir telefon geldi. Sesi çok kötü geliyordu. Sevgilisiyle kavga etmiş, ona göre daha kötüsü ayrıldılar mı, ayrıldılar mı bilmiyormuş. Yani bu belirsizliğin verdiği ekstra bir acıyla ağlaya ağlaya konuştu telefonda.

-Beste... Ühühühüh
-İ? Noldu yahu, neden ağlıyosun?
-Beste biz C'le çok pis kavga ettik ühühühü. Ama çok fena yani, öyle böyle değil. Ühühühü ayrıldık galiba. Çok kötüyüm ya ühühüh. Bitti mi dersin? 
-Ya nerden bileyim kızım. Dur bi sakin ol. Bak şimdi man kafa, ben size geliyorum, sende git bi elini yüzünü yıka, adam akıllı anlat şu işi.
-Ühühühü tamam.



Taksimden, telaşla bi taksiye atlayıp Nişantaşına İ'nin evine gittim. Yani doğru geldiysem, orası İ'nin eviydi. Ev bildiğin üçüncü dünya savaşına hazırlık provası yapılmış yere benziyordu yani. Evdeki vazolar kırılmış, parçaları her yerde... Kızın resmen şaftı kaymış. Gözdeki rimeller aka aka sel olmuş, ağlamaktan gözler mosmor. Bunlar kavga ettiklerinde böyleyse, ayrılmasınlar anacım, dedim içimden. Hayır, ayrılmaları tüm apartman sakinleri başta olmak üzere Nişantaşını, hatta İstanbul'u etkiler gibime geliyor.
Gider gitmez sarıldım kızcağıza, moral verdim. "Geçti, geçti" falan diyorum. Hayır, olayı da bilmediğimden gerçekten geçti mi, geçecek mi, geçmedi mi orayı da bilmiyorum ya, neyse.
Koltuğa oturdum, gözüm hala daha savaş alanına dönmüş evde. Ben sevgilimle kavga etsem hayatta bir şeyleri kırıp, dökemem yani. Aslında o daha fena, içimdekini dışarı yansıtmıyorum, vurup kıramıyorum öfkem, hırsım içimde patlıyor, oh olsun bana. Yalnız İ'nin ki de resmen 'evi başına yıkmak' olmuş. Yahu o güzelim vazolar bir kavga edildi diye atılır kırılır mı? Hele o gümüş renkli işlemeli ayna? İnsanın canı acır ya onu atarken. Yani benim acırdı. Baktın gördün iş sakata gidiyor, kavga başlayacak git hemen evde kırılcak dökülcekleri kaldır, değil mi ama. Barıştığınız zaman görücem seni, nasıl pişman olacaksın ama iş işten geçecek. 

-Anlatsana kızım sen şu kavgayı. Ne diye durup dururken kavga ettiniz, şeytan mı türttü?
-Ya bak şimdi ühühüüh...
-Ya İ, ağlamadan anlat n'olursun. Dediklerinden bi kelam anlamadım zaten.
-Tamam... ıhımm. Bak şimdi C'nin twitter'ına kızlar sürekli flörtlü mesajlar yolluyolar, dm'den falan. Bu yüz vermiyodu kızlara ama bu gün telefonunda dm'den bi mesaj daha gördüm. Kız çok tatlısın falan yazmış buna, bildiğin muhabbeti açmaya çalışıyo yani. Bizimki de sağ ol tatlım sende yazmış. Yetmemiş iki tane smile koymuş ya, çıldırcam. Bu nedir şimdi, sen söyle ühühü?
-Yahu sakiiiin. Eeee?
-Ben tabii hemen gösterdim bunu C'ye. Sinirlerim tepemde ama, resmen titriyorum. Bağırdım, çağırdım. Bu da saçmalıyosun, çok üstüme geliyosun falan dedi. Ayrıca bana güvenmediğini de öğrendiğim iyi oldu dedi, çıktı gitti ühühüh
-Anladım. Kıskançlık krizi patlaması yani?
-Napıcam ya ben? Açmıyo telefonlarımı.

İşte buna hiç bir cevabım yoktu. Zaten nasıl olsun, adamın beyninin, aklının içinde miyim de duygularını düşüncelerini okuyabilcem. Birde adam işin içine güven sokmuş abi, olaya bak. Şu erkeklerin en ufak bir şeyde bana güvenmiyosun tripleri ayrı bir konu zaten. Tamam, belki kıza yavşamamış ama İ, gibi bir kızın sevgilisi olduğunu unutmayıp hiç cevap vermemeliydi yani. İ'de iyi kızdır, tatlıdır falan ama kıskançtır. C'yi baya kıskanır.
Biz oturduk, C'yi nasıl geri getiririz diye kara kara düşünmeye başladık. Bende resmen oturdum kafa yordum bildiğin. Bir yandan İ 'bir susup, bir ağlamaya başlayan' hallerine devam tabii.
Haa bide şu ereklerin de bir kız tarafından beğenilince havaya girmesini hiç anlamam. Kızın biri "çok tatlısın, çok yakışıklısın, oyşş kaslar" der, beylerimiz kendilerini bi James Dean, bi George Clooney, bi Ed Westwick gibi görür, kendisine bu büyük sandıkları iltifatı eden kıza da sırf kendilerine yakışıklısın dedikleri için bir sempati beslerler. İ'ye hak vermedim değil. Tatlım ne lan, tatlım ne yani? Sırf sana iltifat etti diye kıza ne diye tatlım diyorsun, nerden tatlın oluyo senin? Neyse ben de kendi sevgilim miş gibi celallenmeyeyim.
Bir kaç saat sonra o C'nin kafasını kopartmak istedim. Kafasını alıp, duvarlara vurmayı hayal ettim. İ'ye bunları yaptığı için değil ama -o da var tabii de..- İ, kendini üzüntüden, stresten çikolataya verdi. Ama ne vermek... o an için kansere yakalansa daha az şaşırırım. Kız çikolataları öyle bir atıyor ki ağıza, hatta atmıyor resmen depiyor. Hepsi C'nin yüzünden. Ağzını burnunu kırmak lazım o adamın. Kendisi en fazla içiyordur. Hayır, şuan İ'nin bile içmesi bu kadar çok çikolata yemesinden iyidir her halde. Bunca yıl "aşk çikolataya benziyo" diye diye dolandınız ne oldu, alın işte milletin zaafı çikolata oldu. Şeker komasına sokacaksınız insanları" diye isyan edesim geldi resmen.



-İ, yeme artık yahu şu çikolataları. Vücudunun alabileceği şeker kapistesinin oranlarıyla öyle bir oynadın ki, hormonların yanlış çalışcak.
-Çalışmasın, onlar da terk etsin beni. Ben çikolatalarımla mutluyum ühühüh

Aşk acısına en iyi çikolata iyi gelir, diye kim dediyse getirin onu da bir güzel pataklayayım.